Yazı ve
fotoÄŸraflar: Mustafa Eryaman
Arkeolog
(Niğde Müzesi)
NiÄŸde
il merkezinin doğusunda yer alan Uluağaç köyü, Niğde merkezden Kayseri yolu
üzerinden gidildiğinde 22 km, Gümüşler istikametinde gidildiğinde ise
17 km uzaklıktadır. Uluağaç köyü, Kappadokyalı Rumların lehçesinde Adrando,
Azrando, Nadrando, Nazrando şeklinde olduğu kadar Ulağaç olarak da
söylenegelmiÅŸtir. UluaÄŸaç’ta yaÅŸayan, genelde Horasan ile Buhara bölgelerinden
gelen ve 7 sülale olduğu rivayet edilen Türklerin arazilerinin, Rumların
buralarda yaşadığı dönemde köyün daha yukarısında, yaylalarda olması ve
Rumların arazilerinin de daha aşağılarda, yani ovada olması Türklerin
hayvancılık, Rumların da daha çok çiftçilik yaptıklarını göstermektedir. Ancak,
Osmanlı zamanında bitmeyen savaşlar esnasında harbe giden Türklerin nüfusu
azalmış ve üretim yapamadıklarından fakirleşmiş, askerden muaf olan Rumlar da
bu dönemde zenginleşmişlerdir. Köyde evvelinde küçük çaplı bir şapelin olduğu
kilisenin görülmediÄŸi, 1841 senesinde ‘‘MihaÃl
Arhángelos’’ (Μιχαήλ Αρχάγγελος: BaÅŸmelek Mikâil) namına bir “EkklisÃa” (Kilise) inÅŸa edilmiÅŸtir. Bu
kiliseden başka birkaç şapelin olduğu da görülmektedir. Günümüzde kilisenin batı
kapısı ve kapıyı oluşturan duvarları vardır. Köy içerisindeki şapel ise sağlam
vaziyette ve depo amaçlı kullanılmaktadır. Köyde gayrimüslim tebaaya ait olup,
günümüze korunaklı olarak gelen bolca sivil mimari yapılar da vardır. Bunlardan
biri de yakın bir tarihe kadar köyün ilkokul binası olarak da hizmet görmüş
olan ve orijinalinde dini amaçlı “Mekteb-i sıbyan” yapısı olarak inÅŸa edilen binadır.
Bina iki katlı ve oldukça görkemli bir görünüme sahiptir. Gerek bu yapı gerekse
Osmanlı geleneksel konut mimarisinde bolca örneğini görebileceğimiz doku hala
canlılığını bizlere hissettirmektedir.
Osmanlı
Dönemi’ne ait izleri yoÄŸun olarak görebildiÄŸimiz köyde özellikle Yukarı Mahalle’de
bulunan tarihi caminin önündeki yeşil ton ile bütünleşmiş Osmanlı Mezarlığı, gerek korunaklı olması, sessizliği, yöresel
mimaride ele alınan yazıtlı taşları, gerekse sanatsal ahengiyle adeta yaşanmışlıkları
yansıtmaktadır. Mezarlık, bu özellikleriyle insanın ruhunu dinlendiren bir
güzelliğe ve dinginliğe de sahiptir.
Mübadele ve Uluağaç
Nüfus
mübadelesinden sonra bölgede yaşayan Rumlar Balkanlara gitmiş, Balkanlarda
yaÅŸayan Türkler Anadolu’ya gelmiÅŸ ve UluaÄŸaç köyünden gönderilen Rumların
yerine Balkanlardan gelen Türkler yerleştirilmiştir. Büyük oranda 1923-1924
yıllarında gerçekleşen mübadele ile Uluağaç köyüne yerleşecek mübadiller için
yapılan evler kendilerine has mimarileri ile hala ayaktadır. Yatay ve dikey
ahşap hatıllarla oluşturulan beden duvarları kerpiç tuğlalarla örgülüdür. Üst
örtüleri kırma çatı şeklinde ve üzerleri ise Osmanlı kiremitleri ile kaplıdır.
Evler bu halleri ile oldukça kullanışlı ve bir o kadarda zarif yapıdadır. Köy,
geçmişte olduğu gibi günümüzde de çok kültürlü bir yaşama ev sahipliği
yapmaktadır. Burada Osmanlıya has olan çokça geleneğin korunarak yaşatıldığını
görebilmekteyiz. Köy insanlarının misafirperverliği, hoşgörülü ve hümanist
yaklaşımları şaşırtacak derecede güçlü ve içtenliktedir.
Hemen
hemen Niğde genelinde olduğu gibi burada da eskilerin anlattığı kadarıyla
Rumlar giderken çok ağlayıp üzülmüş ve ağıtlar yakmışlardır. Ancak,
Balkanlardan gelen Türkler ise her ne kadar kaybettikleri topraklar çok daha
verimli olmasına rağmen anavatana gelmekten sevinmiş ve mutlu olmuşlardır.
Rumlar giderken yanlarında götüremedikleri bazı değerli eşyalarını tekrar gelme
ümidiyle Türk komşularına emanet etmişlerdir. Yakın zamana kadar Rumların
çocuklarının, torunlarının bu köylere gelip, dedelerinden, ninelerinden köyde
yaşayan Türk arkadaşlarına selam getirmeleri, onların geçmişte yaşadıkları
evleri sormaları ve o evleri ziyaret ederek yaşamları boyunca anlatılanları
aktarmaları, geri dönüşte orada yaşayan dedelerine ninelerine köyün çeşmesinden
su doldurup, bir avuç toprak alarak götürmeleri de köyü ve yaşantılarını ne
derece sevdiklerini, özlediklerini göstermektedir. Bu ve benzeri köylerde, özü
özlem ve muhabbet olan ziyaretlere hala şahitlik etmek mümkündür.
Günümüzde Uluağaç
köyü
Günümüzde
Uluağaç köy yerleşiminde üç mahalle vardır. Yukarı mahallede yerliler, orta
mahallede mübadele ile gelen Bulgar göçmenleri yaşamaktadır. Köy girişindeki
aÅŸağı mahallede ise daha çok BoÅŸnak göçmenleri ağırlıktadır. Bosna Hersek’ten
gelen bu halkın yaşlı nüfusu günümüzde hala Boşnakçayı bilmektedirler. Genel
geçimi tarım ve küçük çaplı hayvancılığa dayalı olan köyde, muhacir gelenekleri
günümüzde de köy yaşamında canlılığını korumaktadır.
Uluağaç ve
etrafındaki eski yerleşim yerlerine yönelik bilgilerin bir kısmını da
kendisinden aldığım değerli dostum ve hemşehrimiz; aslen Çarıklı köyünden olan ve
mübadele ile Yunanistan’a göç ederek Atina’da
“Küçük Asya AraÅŸtırmaları Merkezi”nde çalışan sevgili Thanasis Papanikolaou’nun
elindeki belgelerden edindiği bilgileri benimle paylaşmıştır. Kendisinden elde
ettiÄŸim bilgileri de kullandığımda, yedi eski yerleÅŸim yerinden UluaÄŸaç’ın
kurulduğu anlaşılmaktadır. Bunlar; ENDİVİT, KARAKELER, SAĞIR ya da SAĞAR KAYA,
LEREKA ya da LEREE, CİNCİVİT ya da ÇİNÇİVİT, ÇİNGİRLE ya da CİNGİRLE ve ENGSEZ
ya da ENSEZ’dir. Konumuz olan ve fotoÄŸraflarını sunduÄŸum ören yeri; UluaÄŸaç köyünün
hemen üzerinde ve dere yatağı içerisinde Ihlara Vadisi gibi derin ve dik
kayalık yamaç silsilesi içlerine oluÅŸturularak o dönemde “Endivit” olarak isimlendirilen ve Gümüşler Ören Yeri ile fiziki ve
içerik olarak büyük benzerlik gösteren yerdir. Yeraltı yerleşkeleri, şapel ve
kiliseleri ile Endivit’in Hıristiyanlık döneminde büyük bir merkez olduÄŸu
anlaşılmaktadır. Kilise ve ÅŸapel duvarlarında tıpkı Gümüşler Manastırı’nda
olduÄŸu gibi sıva üzerinde renkli resim anlatımları; konusunu Ä°ncil’den alan
duvar resimleri ile heyecan verici, büyülü güzellikleri bizlere hala
sunmaktadır.
1990’lı
yılların başında projelendirilen ve 2000’li yıllarda da su tutulması saÄŸlanan
göletin buraya yapılmasına nasıl izin verildiği, böyle büyük bir ihmale kimlerin
göz yumduÄŸu gibi sorular cevapsız kalsa da bu büyük ve ihtiÅŸamlı ören yerinin 2000’li
yıllarla beraber büyük oranda gölet suları altında kaybolup gittiği, sırtlarda
kalan mekân ve galerilerin ise kendi kaderine terk edilmesi ve o bölgede taş
kesen insanların “buralar kalsın, buralara dokunmayalım” demesiyle günümüze
gelebildiği bir gerçektir. Sonuç olarak, terk edilmiş, unutulmuş, en acısı da
göz ardı edilerek görmezden gelinmiş ve gölet yapılarak ölüme terk edilmiş
büyük ve görkemli bu ören yeri saydığım olumsuzluklara rağmen bizlere bütün
güzelliklerini, sonsuz mimari ve sanatsal zenginliğine dair cömertliğini, ören
yerinin güçlü yapısını ve yok olmayacağına dair inadını gösterir gibi
durmaktadır.
Endivit, BoÄŸaz, Kadarrak ve
Garakeler
FotoÄŸraftaki
gördüğümüz, büyük ve görkemli Hristiyan dünyasına ait Endivit Ören Yeri’nin, UluaÄŸaç’ın
Üçkapılı’ya bakan yönünde, yani güney cihetinde, Endivit-Kadarrak üzerinden
gidilen ve Üçkapılı yaylasında biten bir toprak yolu varmış. Bahsettiğim yolu
alıp devamını getirirsek (UlaÄŸaç’tan onbeÅŸ - yirmi dakikalık yürüme
mesafesinde) Endivit deresini ve saÄŸ tarafındaki tepesini buluruz. Endivit’in
güneyinde dağlar, kuzeyinde ise küçük tepeler vardır.
Eskiden, yaylanın
suyu ve Enehil’den gelip NiÄŸde’ye ve UluaÄŸaç’tan Üçkapılı yaylasına gidilen
yollar Endivit’ten geçermiÅŸ. Bu yerde Endivit köprüsü de varmış. Buradan da, (yaylaya,
güney cihetine doğru) Boğaz denilen
derin, dar, ıssız ve sarp bir dere başlarmış. Yaylanın yolu sağda, dere ise sol
taraftaymış. Kışın suyu sel gibi gelip ovaya akarmış. BoÄŸaz’ın sularına ve
deresine, ovaya kadar Kadarrak (Yunanca
Καταρράκτης-Katarraktis, katarakt-ÅŸelale anlamında), ovaya aktıktan sonra ise
çay denilirmiş. Bu çay ile aşağıda bulunan bahçeler sulanırmış. Çayın suyu
Üçkapılı yaylasının Tomlu (UluaÄŸaç’a üç saatlik kadar yürüme mesafesinde) ve
Tandırı (UluaÄŸaç’a bir buçuk saatlik kadar yürüme mesafesinde) pınarlarının
sularıdır. Endivit
tepesinin yamaçlarında ve deresinin içinde ise (eski Hıristiyan yerleşim yeri) birçok
keler ve harabeler varmış.
Derenin
sağında, güneye giderken, sarp ve kesik kayalar varmış. Buranın kayaları
yumuÅŸaktır. Endivit’in hemen üstünde de yumuÅŸak ve beyaz taÅŸla kaplı bir
tepecik varmış. Uluağaçlılar evlerini buralardan çıkardıkları taşlarla yapıyorlarmış.
Endivit’te Has Bahçe diye bir yer
bulunur. Burada büyük kayalar içinde oymalı iki kilise ve çokça keler-mağara
varmış. Çok kaya kesilip yıkılmış. Yıkılmış kiliselerin içi görünürmüş. Endivit
karşısında, biraz yüksek bir yerde yöresel lehçede Ayia Tina ya da Dina olarak
adlandırılan, Ayia Triada (resmi Yunan dili yani Ayia Teslis-Üçleme) namında kilise
ve daha güneyinde Kazanlı isminde
bir kilise varmış. Pentikosti Günü (Hıristiyanların Hamsin Yortusu, yani
Paskalya’dan sonraki ellinci gün), Ayia Triada Kilisesi etrafındaki köylerde
yaşayan Rum Hıristiyanları kiliseyi ziyaret edip ayine katılır, panayır yaparlarmış.
Endivit
tepesinin bir tarafında, ovaya karşı, Garakeler
isminde eski bir yerleşim yeri daha varmış. Sarp kayalar içinde keler-mağaralar
varmış. Bir mağaradan tünel ile dağın öteki yanına, yaylaya doğru çıkılıyormuş.
Garabaşlar ve Delibaşlar zamanlarında Endivit zirvesinde gün boyu bir bekçi
oturur, bir tehlike kokusu alırsa (yani Garabaşları veya Delibaşları görürse) tehlike
işareti olarak davul çalar, ovada ve tarlalarda çalışan Hıristiyanlar korunmak için
Garakeler’e saklanırmış. Saldırıyı yapanlar Garakeler giriÅŸinin önünde Hıristiyanları
dumanla boğmak amacıyla saman yaktıklarından kelerin önü zamanla siyahlaşmış.
Bu nedenle buraya “Garakelerini” adı verilmiÅŸtir.
Endivit
karşısında, doğuya doğru Cincivit ya
da Çinçivit adında eski bir yerleşim
yeri daha bulunuyormuÅŸ. UluaÄŸaç’ın Üçkapılı’ya bakan yönünde, Endivit’in güneyinde
ve Kadarrak (Boğaz) deresinde Töndül diye bir pınar varmış. Dere sol tarafta
iken yolun devamını getirilirse Üçkapılı’ya varılmaktadır.
Bahse
konu anlatımlara dair eski yerleşim yerleri her ne kadar yok olmaya yüz tutsa
da geçmişe dair verileri bizlere sunduğunu bu doğal ve büyülü alanları
gezdiğimizde görebilmekteyiz. Gerek Uluağaç köyü içerisinde gerekse çevresinde
geçmişe dair izlere ve geçmişi yansıtan anıtlara tanık olmak mümkündür.
Yukarıda anlatılan bu güzellikleri gelecek kuşaklara aktarmak istiyorsak koruma
bilincini güçlendirmemiz gerekmektedir. Gelecek nasıl bizimse, geçmiş de
bizimdir inancıyla sahiplenme duygularımızı canlı tutmanın hayati önem arz
ettiÄŸini bilme ÅŸuuru hep dinamik olsun temennisiyle…
Kaynakça:
1-)
'Kesariya Mitropolitleri (Kayseri Metropolitleri) ve Maamulatı Mütenevia',
Muharriri Ä°oannis Ä°oannidis, Deri Saadet (Dersaadet), Aleksandros Nomismatidis
Matbaasında, Konstantinupoli 1896, s. 103.
Mustafa Eryaman kimdir?
1972 yılında NiÄŸde’de
doÄŸdu. Ä°lk, orta ve lise eÄŸitimini NiÄŸde’de tamamladıktan sonra eÄŸitimine Erzurum
Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü
Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı’nda devam etti. Ãœniversite eÄŸitimini 1998 yılında
tamamladıktan sonra NiÄŸde’nin deÄŸiÅŸik köylerinde vekil ve ücretli öğretmenlik
yaptı. 2006 yılından bu yana Kültür ve Turizm Bakanlığı’na baÄŸlı NiÄŸde Müze
Müdürlüğü’nde arkeolog olarak çalışıyor. Ayrıca, Dört Mevsim NiÄŸde Dergisi,
DefterK Edebiyat Sitesi’nde yazıları yayınlanan Eryaman’ın “Yaylayolu Köyü
Tarihçesi” adlı çalışması 2012 yılında çıkmıştır. “Ä°tulumaz Dağı, Kilisekaya
KeÅŸiÅŸhanesi Ãœzerine Bazı Düşünceler” adlı makalesi 1. Uluslararası NiÄŸde Dil,
Kültür ve Tarih Sempozyumu (2012) adlı NiÄŸde Ãœniversitesi Sempozyum Kitabı’nda
yayınlanmıştır.
Mustafa Eryaman evli
ve iki kız çocuk babasıdır.