KAYBOLAN MESLEKLERİN SON TEMSİLCİLERİ
Yazan: Ayça Olcaytu İşçen
Ekim 2007
Kaçımız ‘palan’ ya da ‘palancılık’ kelimelerini duydu? Yaşı 50’nin üstünde olanlar dışında hemen hemen hiçbirimiz. Güzelyurtlu palancı ustası Veyis Amcayla tanışınca anladım ki çocukken yaz tatillerimi geçirdiğim köyde katıra binerken üzerine oturduğum şey meğer bir palanmış.
Motorlu taşıtların gündelik yaşantımıza henüz girmediği dönemlerde ulaşımda ve yük taşımada atlar, eşekler hatta develer kullanılırdı. Egzos dumanına boğulmuş şehirlerde istisnaları dışında artık hiç görülmeyen bu taşımacılık türü, köylerde bile terk edilmiş durumda. Hatta bu amaçla kullanılan hayvanları bile nadiren görebiliyoruz.
Atların ve eşeklerin taşımacılıkta başrollerde oldukları yıllarda ‘palancılık’ denilen ve ustasına iyi para kazandıran bir meslek vardı. Palancı, at, eşek gibi hayvanların sırtına yük bağlamak ve binmek için kullanılan ‘palanları’ yapan kişiydi. Hayvandan alınan ölçüye göre hazırlanan palanın malzemesi kilim, keçe, saz ya da buğday sapı, kıl ip, sicim, telis (bitki liflerinden yapılmış iple oluşturulan kaba büyük dokuma) ve tokadan oluşuyordu. Bu basit malzemeler ustasının elinde kullanışlı bir palana dönüşüyor, hem hayvan hem de sahibi rahat ediyordu. Günümüzde ise çok az sayıda yapılan palanlar turistik tesislerde tabure olarak ya da dekoratif amaçlı kullanılıyor.
“Alan olsa yaparım”
Güzelyurtlu Veyis Nalbantoğlu 74 yaşında ve 55 yıldır palancılık yapıyor. Daha doğrusu arı misali çalışıyor. İlerleyen yaşına rağmen her sabah 5’de ilçe merkezindeki dükkanını açan ve şekerlemeli öğlen tatili dışında akşam namazına kadar çalışan Veyis Amca, işine o kadar bağlı ki Aksaray’daki sanat okulunun öğretmenlik teklifini bile geri çevirmiş.
Sadece palancı değil Veyis Amca. Soyadını aldığı nalbantlığa, yastıkçılığı da (sedirlerde kullanılan, ana malzemesi kilim, saz ve telis olan büyük yastıklar) eklemiş. Nalbantlığı babadan yadigar; palancılığı ve yastıkçılığı ise ustadan öğrenmiş. 1975 yılında şimdiki dükkanına geçen Veyis Amca, geçmişini anlatırken öyle coşuyor ki, şimdilerde ihtiyaçtan değil, zevkten devam ettiği mesleğine olan aşkına saygı duymamak mümkün değil. En büyük sıkıntısı bu mesleği öğretecek, sürdürecek birini bulamaması. Kendi çocuklarının bile yapmak istemediğini anlatırken derin bir üzüntünün tınıları yerleşiyor sesine. Ortam kasvetlenince yine eski günlerine dönüyor: “Senede bin-binbeşyüz palan satardık, haftada yüzelli-ikiyüz yastık yapardım. Sabahlara kadar uyumayıp yastık yaptığım olurdu. Yukarı köylere pazara gider orada satardık. Şimdi alan olsa yine yaparım, ama herkesin traktörü, arabası var artık, kimse palan almıyor ama yukarı köylerden yastık isteyen oluyor tek tük.”
Sonra geçiyor 50 yıllık Pfaff marka dikiş makinesinin başına, palanlarıyla, yastıklarıyla bize poz veriyor. Köşede duran ahı gitmiş vahı kalmış bir diğerini göstererek, “Belki yüz yıllık, babam da kullanırdı, çalışmıyor ama atmaya da kıyamıyorum. Ben ölünce çocuklar saklamaz, atarlar” diyor. Eyvah, hüzün yine geri geliyor derken kocaman bir makası kapıp bana doğru uzatıyor: “Merak var, o yüzden aldım, şu saatten sonra alsam ne almasam ne halbuki.”
Sohbetimizi bitirip vedalaşıyoruz Veyis Amcayla. Hali, tavrı bizi o kadar etkiliyor ki sonraki günlerde ara ara ondan bahsetmeden edemiyoruz. Çünkü o, kaybolmaya yüz tutan üç mesleği birden temsil eden az sayıdaki zanaatkardan biri.
Not: Bu yazı Peribacası Kapadokya Kültür ve Tanıtım Dergisi’nin Ekim 2007 sayısında yayınlanmıştır. Derginin telif hakları ile korunmaktadır. Hiçbir şekilde kopyalanamaz.
www.cappadociaexplorer.com