GERÇEK BİR HALK OZANI
Yazan: Yavuz İşçen
Nisan 2007
Türkü okumak, iğne oyası yapmak, kanaviçe işlemek gibi el emeği, göz nuru ister. Gerçek bir halk ozanı, aslında bir psikanalistin yaptığı şekilde kendi ruhunun derinliklerini bizlere sunar. Bu bakımdan, söz ve ezgisini bütün ruhunda hissetmeden türkü okumaya kalkmak türkünün özüne saygısızlık yapmaktır. Ürgüplü Refik Başaran, türküyü türkü gibi okuyan ender ozanlarımızdandır.
Refik Başaran adı çoğumuz için fazla bir anlam ifade etmez. Ancak, "Şen olasın Ürgüp" dizeleriyle başlayan "Cemalım Cemalım" diye devam eden Ürgüp türküsünü bilmeyenimiz yoktur; ya da Neşet Ertaş'ın meşhur ettiği "Köprüden Geçti Gelin", Belkıs Akkale'nin meşhur ettiği "Odana Serdim Halı", Neriman Tüfekçi'nin meşhur ettiği "Nenni Feridem" gibi Refik Başaran'a ait pek çok bilinen türkü adı sayabiliriz. Hüdayda, Çiçekdağı, Bastım da Kırıldı İğdenin Dalı, Gelin Ayşem, Yozgat Sürmelisi, Karadır Kaşların, Süpürgesi Yoncadan, Aslam Karam, Köprüler Yaptırdım, Yekte Oyun Havası ve daha niceleri...
Refik Başaran gerçekten Türk halk müziğinin kilometre taşlarından biridir. 1907 doğumlu sanatçı, 1947 yılında henüz 40 yaşındayken hayata gözlerini yummuştur. Genç yaşta yitirdiğimiz bu yetenekli halk ozanı, kısa yaşamına birçok türkü sığdırmayı başarmıştır. Ömrünün son 15 yılında Anadolu'da saz ve söz ustası olarak ün yapmıştır. Kendinden sonra gelecek pek çok sanatçıyı etkilemiş ve örnek teşkil etmiştir. Bu sanatçılar arasında Hacer Buluş, Ahmet Gazi Ayhan, Zekeriya Bozdağ, Nida Tüfekçi, Nezahat Bayram, Hacı Taşan, Muharrem Ertaş ve Neşet Ertaş gibi Türk halk müziğimizin ünlü isimleri bulunmaktadır.
Kendine özgü bir kişilik
Refik Başaran, türkülerinde olayları dramatik bir şekilde vermiştir. Aşk ve güzelliği, sevgi ve hüznü, mertlik ve dürüstlüğü, ümit ve karamsarlığı aynı anda işlemiştir. Türkülerini Nevşehir ve Ürgüp şivesi ile söylemesi ona ayrı bir özellik katmıştır. Türkülerinde Orta Anadolu'nun kendine has tavır ve özelliklerine rastlanır. Saz çalma stili yalındır. Ancak türküyü küçük notalarla oya gibi işleyerek dinleyiciye sunmada ustadır. Perdesiz saz kullanması ve sazının sesini kendi sesine uyarlayarak çalması sanatçının ayrı bir özelliğidir. Çok kuvvetli bir hafızaya sahip olan Başaran'ın repertuarında birçok türkü bulunuyordu. Yeni duyduğu türküleri anında hafızasına kaydetmesiyle ünlüydü. Bu suretle yöre türkülerinin kaybolmasını engellemiş ve onları plak haline getirerek günümüze ulaşmasını sağlamıştır.
Refik Başaran mala ve paraya önem veren bir kişi değildi. Anadolu'nun eski halk ozanlarına özgü kalender, yer yer sefil ancak baş eğmeyen ve kişilikli bir yaşam tarzı onun için daha ön plandaydı. Meşhur olup çok para kazandığı dönemlerde bile eline geçen paraları arkadaşları ile birlikte eğlence için harcamaktan, karısına söz verdiği evi bir türlü alamamıştır. Günübirlik ve kafasına göre yaşamak, ona hep daha uygun gelmiştir. Paralı olduğu dönemlerde eski yaşantısını ve tarzını hep korumuştur. 1943 yılında Muzaffer Sarısözen'in daveti üzerine Ankara Radyosu'nda Yurttan Sesler korosunda bir süre saz çalmıştır. Üç ay kadar burada çalışan sanatkar fazla sıkıntıya gelememiş ve kendi tabiri ile istifa ederek özgürlüğüne kavuşmuştur. Çünkü O, sırtında sazı ve altında eşeği ile köy köy dolaşıp türkü söyleyen gerçek bir halk ozanıdır. Onunla ilgili olarak yörede anlatılan birçok olay bulunmaktadır.
Refik Başaran bir gün atı ile Ürgüp'ten köyüne dönmektedir. İçkiyi fazla kaçırdığı için fena halde sarhoştur. Bir ara ayakkabısının tekini yolda düşürdüğünü fark eder. Geri dönüp ayakkabısını aramaya üşenir, bunun üzerine ayağında kalan tekini de çıkararak yola bırakır ve ayakkabısız olarak evine döner. Bu anısını anlatırken kahkahalarla güler ve "tek ayakkabının, bunu bulacak kişinin bir işine yaramayacağını düşündüğüm için diğerini de bıraktım" der.
Atatürk'ün verdiği soyadını taşımak
Sanatçı 1930 yılında köyünden ayrılıp Ankara'ya gelmiştir. Ankara'da halk ozanları arasında yapılan bir yarışmaya katılmış ve bu yarışmada birinci olmuştur. Bu yarışma Atatürk tarafından da izlenmektedir. Atatürk yarışma sonrası sanatçıya "Başaran" soyadını vermiştir. 1935 yılında ilk taş plağını dolduran Refik Başaran, bu tarihten ölümüne kadar olan 10 yıl içinde 70 kadar plak yapmıştır. Bu plaklar 78 devirlidir ve Sahibinin Sesi, Odeon, Columbia ve Polidor gibi şirketlerden çıkmıştır.
Bugün Ankara'da adına bir meydan bulunan, dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, görevde bulunduğu 1929-1946 yılları arasında bir gün İtfaiye Meydanı'ndaki kahveleri denetlemeye çıkar. Kahvelerden birinde tesadüf Refik Başaran ile karşılaşır ve kendisinden bir türkü okumasını rica eder. Refik Başaran türküyü okumayı kabul etmez. Çünkü ona göre türkü okumak içten gelen bir şeydir ve dayatma ile olmaz. Gerçekten de Refik Başaran türkülerini okurken bütün benliğini, ruhunu işin içine katarak okumasıyla tanınır. Türkünün söz ve ezgisini ruhunun derinliklerinde hissetmeden okumak ona göre türküye saygısızlık yapmaktır. Nevzat Tandoğan türküyü okuması için ısrar eder ve bunun için Refik Başaran'a 50 TL gibi döneme göre oldukça büyük bir para teklif eder. Cebinde yer yer parası olmadan dolaşmasına karşın Refik Başaran gülerek para teklifini geri çevirir. Onun için onurlu kalmak her şeyden daha önemlidir.
Böyle bir türkü okumama hikayesi de Ankara'nın Bala ilçesinde bir düğün sırasında yaşanır. Misafir olarak bulunduğu düğünde, düğün sahipleri kendisinden bir türkü dinlemek isterler; ancak Refik Başaran türküyü okumak istemez. Bunun üzerine kendisini zorlamaya başlarlar. Refik Başaran "bana zorla bir şey yaptıramazsınız" der. Tartışma büyür ve sonuçta Refik Başaran'ı döverler. Bu olaydan sonra Refik Başaran rahatsızlanır ve iki ay kadar Ankara'da Kırşehir hanında hasta yatar. Bu hastalık belki de onu ölüme götüren olaylardan biridir. Çünkü sanatçı, 1945 yılında aniden fenalaşarak ölür. Refik Başaran'ın ilk mezarı Ankara'nın Ayaş ilçesinde bulunan Abdülselam Dağı eteklerine kendisinin çok sevdiği ve türkülerine konu olmuş iki söğüt ağacının arasındadır. Mezarı 1977 yılında buradan kendi köyü olan Taşkınpaşa'ya (Damsa) nakledilir. Böylece sanatçı çok sevdiği Ürgüp'e yıllar sonra geri dönmüş olur.
İlmek ilmek örülmüş bir hüzündür aslında türkülerimiz. Türkü dinlemek, Anadolu insanının geçmişten günümüze taşıdığı zorlu ve acı dolu yaşamlarının resmedildiği bir tabloyu seyretmekten başka nedir ki?
Ayşemin Yeşil Sandığı
Ayşe, yeni evli güzel bir gelindir. Eşi askere giderken güzel Ayşesini yaşlı babasının evine bırakır. Gelin ve kayınbaba birlikte aynı evde kalmaya başlarlar. Bir gün kayınbaba sinirlenip Ayşe'ye bir tokat atar. Ayşe beklemediği bu tokadı hazmedemez ve gidip Kızılırmak'a atlayarak intihar eder. Kayınpeder de buna dayanamaz ve Ürgüp dağlarına düşer, daha kötüsü de aklını yitirir. Bir rivayete göre o da daha sonra vurularak öldürülür. Bu olayın arkasından yörede bir türkü yakılır. Türkünün ilk kıtası, damadın ağzından söylenir. İkinci kıtası, kayınpederin ağzından söylenir. Üçüncü kıtası ise, halkın ağzından söylenir. Diğer kıta ise türkünün nakaratıdır.
Ayşemin yeşil sandığı
Daha elinin deÄŸdiÄŸi
Hiç aklımdan çıkmıyor
Kapılıp sele gittiği
Kara çadır eğmeyinen
Göğsü sedef düğmeyinen
Ä°nsan kendin sele m'atar
Kayınbaba dövmeyinen
Kara çadırlar kuruldu
İçinde demler sürüldü
AÄŸlama sen gelin AyÅŸem
Kayınpederin vuruldu
Aman AyÅŸem mor menekÅŸem
Dağlar başı duman Ayşem
İndim Ürgüp çöllerine
Geleceğim güman Ayşem
Şen Olasın Ürgüp
Ürgüp'ün Karlık Köyü ileri gelenlerinden varlıklı bir ailenin oğlu olan Cemal, pusuya düşürülerek kalleşlikle öldürülür. Herkesçe sevilen Cemal'in ölümü yörede büyük üzüntüye neden olur. "Şen olasın Ürgüp" türküsü Cemal'in ölümünden sonra bir oğlu ile dul kalan karısı Şerife tarafından yakılır. Şerife'nin yetim kalan oğlu Mustafa ise bir atın tepmesi sonucu ölür. Şerife daha sonra aynı köyden Hayrullah Aksoy adlı bir kişi ile evlenir. Şerife'nin 1993 yılında öldüğü biliniyor. "Şen olasın Ürgüp" türküsü Şerife'nin yeni eşi Hayrullah tarafından Refik Başaran'a ulaştırılır. Refik Başaran bu türküyü plağa okuyarak meşhur eder.
Şen olasın Ürgüp dumanın tütmez
Kıratım acemi, konağı tutmaz
Oğlum da pek küçük yerimi tutmaz
Cemalim Cemalim algın Cemalim
Al kanlar içinde kaldım Cemalim
Ürgüp'ten de çıktığımı görmüşler
Taşkadı'nın pınarına inmişler
Beni öldürmeye karar vermişler
Cemalim Cemalim algın Cemalim
Al kanlar içinde kaldım Cemalim
Cemal'in giydiÄŸi ketenden yelek
Al kana boyanmış don ile gömlek
Bize nasip değil ecelnen ölmek
Cemalim Cemalim algın Cemalim
Al kanlar içinde kaldım Cemalim
Not: Bu yazı Peribacası Kapadokya Kültür ve Tanıtım Dergisi’nin Nisan 2007 sayısında yayınlanmıştır. Derginin telif hakları ile korunmaktadır. Hiçbir ÅŸekilde kopyalanamaz.
www.cappadociaexplorer.com