Yazan: Ceren Hızar
Mayıs 2010
Bir yanda Kapadokya’nın kültür mirasını bölge veya ülke sınırı tanımadan ulaÅŸabildikleri her kesime tanıtmayı amaç edinmiÅŸ kiÅŸiler, öbür yanda ise bu mirasa kayıtsız kalanlar veya geçmiÅŸte olduÄŸu gibi bugün de engel oluÅŸturanlar. Ä°lk kez gittiÄŸim Kapadokya’yı ziyaretimde, bu mirasın olanca deÄŸerinin kıymetini bilmemiz için çalışan pek çok insanla tanıştım. Peki ısrarla yürütülen bu çalışmaların sebebi ne olabilir o halde? 21.yy’da Türkiye’de bugün ancak medya aracılığıyla ihtiÅŸamına tanık olduÄŸumuz ve yüzyıllar öncesinin kültür, din ve sosyal yaÅŸamının ardında ipuçları bırakarak terk ettiÄŸi bir kiliseyle karşılaÅŸmak, bunun bize korumamız için bırakılmış bir miras olması ve bu koruma bilincini baÅŸkalarına da aşılamamız için yeterli bir neden deÄŸil midir?
Kapadokya bölgesinin tamamını gezmiş olmasam da önemli denebilecek merkezlerinde geçmişin yoğun kültür birikimine tanık oldum. Yüzyıllar öncesinin pek çok uygarlığı evlerini, ibadethanelerini, yollarını arkalarında bırakıp tarihe gömülmüşlerdi ve ben oraya çok sonraları yerleşmiş bambaşka bir milletin ferdi olarak ayak basıyordum. Şu an bu bölgede yaşayan insanlar evlerini kendileri yapmamışlar, bölgede eskiden yaşamış başka başka uygarlıklardan miras almışlar ve bambaşka geleneklerini bu eski evlerde devam ettirmeye başlamışlardı. Halkın, yoğun bir kültür mirasını barındıran bu evlerde yaşıyor olması, büyük şehirden geldiğim için açıkçası böyle bir evde yaşamak konusunda beni cezbedici duygularla doldurdu.
Benim için bambaÅŸka bir deneyim olan Kapadokya gezisi için dört günlüğüne bölgedeydim. Bebek arabasında yaptığım yolculuÄŸu saymazsak ilk defa göreceÄŸim Kapadokya bölgesi için oldukça heyecanlıydım. Yolculuk sırasında ilk durağımız mola için AÄŸaçlı Tesisleri’ydi. Bir yandan karnımı doyururken diÄŸer yandan da Ayça ve Yavuz’un bölgeye dair bilgilerinden faydalanmaya baÅŸlamıştım. Tekrar yola koyulduktan bir süre sonra nihayet Kapadokya bölgesi sınırları içerisinde, Aksaray Güzelyurt’ta idim. Burada ilk olarak turizm danışma bürosundan Pınar SaÄŸlam ve ilçe kaymakamı Ramazan Yıldırım ile tanıştım. Onların bölgedeki turizmi nasıl canlı tutacaklarına, yerli ve yabancı turistlere bölgeyi nasıl daha doÄŸru tanıtacaklarına dair istekli ve kararlı çalışmalarına tanık olmak mutluluk vericiydi.
Göllüdağ bizi bekliyor
Sohbetin ardından GöllüdaÄŸ’a çıkmak için Kömürcü Köyü’ne vardık ve buradan dağın bir kısmını çıkacağımız traktörün gelmesini beklemeye koyulduk. GüneÅŸ yakıcı yüzünü gösterdiÄŸinden dağın büyük bir bölümünü traktör ile çıkacaktık. Sıkışa sıkışa dört kiÅŸi bindiÄŸimiz traktör iri kayaların oluÅŸturduÄŸu engelleri, kıvrılarak uzanan ve belki de özellikle bende hiç bitmeyecek hissi uyandıran yolları arkasında bırakarak ağır ağır ilerlerken, günün sonunda hiç unutmayacağımı anlayacağım bir maceraya doÄŸru yol aldığımı biliyordum. Traktör yolculuÄŸu sona erdiÄŸinde Hitit döneminden kalma ÅŸehir kalıntıları bizi beklemekteydi. SaÄŸ yanımızda duran krater gölü ise, etrafını çevreleyen daÄŸ sırasının ortasında kopkoyu rengiyle görülmeye deÄŸerdi. Dağın zirvesine ulaÅŸtığımızda saçlarımıza tutunan, havada uçuÅŸan binlerce uÄŸur böceÄŸinin birkaç metre ötede yarattığı kırmızılık ve Hasan, Melendiz, Erciyes daÄŸları ile AladaÄŸlar’ın üç yanımızı kuÅŸattığı manzarayla baÅŸbaÅŸaydık.
Kömürcü Köyü’ne döndüğümüzde Güzelyurt’ta eski bir Rum evinde geceyi geçirmek üzere yola koyulduk. On yedi odalı bu büyük evin kapısından içeri adımımı atıp avluya ayak bastığımda evin dinlendirici havası tüm vücudumu ve zihnimi sardı. Günün yorgunluÄŸunu bu taÅŸ evde, ilk defa altına girerek seyrettiÄŸim o kemer yapılı oda içinde atmak müthiÅŸ keyif vericiydi. Güzelyurt’un sakinliÄŸi hava kararana dek keyifle oturduÄŸum avluda dikkatimi çekti. Yalnızca mis gibi havayı ciÄŸerlerime çekiyor ve sadece kırlangıçların sesini duyuyordum. Tabii bu denli rahat ve huzurlu hissetmemi çini sanatçısı olan ev sahibi Hacer Özkaya’ya da borçluydum aynı zamanda. Ä°lk defa o gün tanışmamıza raÄŸmen hemen samimi bir sohbetin içine dalmamız, evi bir yabancı gibi deÄŸil de rahat ettirilmek istenen deÄŸerli bir konuk gibi kullanmamız, hava karardığında Pınar Hanım’la hazırladıkları o leziz sofra ve o sofrada saatlerce süren keyifli sohbet huzurlu atmosferi daha da pekiÅŸtirdi.
Kiliseler, vadiler, kuÅŸlar, kelebekler
Ertesi gün Ihlara Vadisi’nde pek ziyaret edilmeyen iki kilise için yollara düştük. Ayça ve Yavuz’un da daha önce görmediÄŸi bu iki kilisenin incelenmesi sırasında onların yanlarında bulunmak, kendimi yaptıkları iÅŸin mutfağında hissettirdi. Dört günlük sürecin üç gününü güneÅŸin eÅŸliÄŸinde tırmanıp yürüyerek geçirdim; fakat her yorgunluÄŸun ardından hem yeni yerler görmenin ve yeni yollar kat etmiÅŸ olmanın mutluluÄŸu, hem de buz gibi bir bardak yayık ayranı beni bekliyor oluyordu.
Kapadokya gezimin üçüncü günü de en az ilki kadar özeldi benim için. Otelden çıkıp Meskendir Vadisi’ni yürüyeceÄŸimiz noktaya geldiÄŸimizde parkur önümde yeÅŸillikler boyunca uzanıyordu. Meskendir Vadisi, tepeden düşen büyük kayaların bizi sıklıkla güneÅŸten koruduÄŸu serin tünelleriyle harika bir parkura sahipti. Aynı zamanda birkaç saat içinde pek çok farklı kuÅŸ türünü de gözlemlediÄŸimi belirteyim. Kelebekler ve kuÅŸlarla bezeli bu parkurdan sonra en kısa sürede böyle bir yürüyüşü tekrar arzulayacağımı hissediyordum.
Meskendir Vadisi’ni arkamızda bırakıp Güllüdere-1 Vadisi’ni yürümeye baÅŸladığımızda ise beni güzel bir manzaranın beklediÄŸini henüz bilmiyordum. Güllüdere-1 Vadisi’nin bittiÄŸi yerde Haçlı Kilise bulunuyor. Bu noktada kısa bir mola verdikten sonra kiliseye girdiÄŸimizde, beni daha önce dergide gördüğüm freskler bekliyordu. Buraya Ayça ile gelmek ve bilgilerinden yararlanmak, Ankara’ya dönünce bende bu kiliseler hakkında daha fazla ÅŸey öğrenmek isteÄŸini doÄŸurdu. Bu noktada geldiÄŸimiz vadiyi geri dönüşte bir kez daha geçip soldan Kızılçukur Vadisi’ne saptık ve kulağıma çalınan “Çok görkemli!” cümlesinin yarattığı merakla Kolonlu Kilise’nin yolunu tuttuk. Dışarıdan bakıldığında güvercinlik yapılmış bir peribacası; içine girdiÄŸinizde ise bir merdiveni çıkarak ulaÅŸtığınız, dört yüksek sütun üzerine oturtulmuÅŸ üç apsisli bir kilise. Kolonlu Kilise’den dışarı çıkınca geri dönüp o peribacasına bir kez daha bakmaktan kendimi alamadım. Ä°nsan dışarıdan bakınca içeride metrelerce uzunlukta iÅŸlenmiÅŸ kolonlar bulacağını tahmin edemiyor. Kiliselerin gelebilecek her türlü tehlikeye karşı böylesine baÅŸarılı bir ÅŸekilde gizlenerek yapılması hayret verici doÄŸrusu.
Günümüzde artık hepsi bir şekilde deforme olmuş bu kiliseleri, yapıldıkları tarihlerde gezdiğimi hayal ettim. Dışarıdan yalnızca bir peribacası sandığım bu oluşumların içine girdiğimde beni karşılayacak capcanlı renkteki freskleri ve yanan mumların konduğu oyukları hayal etmek, şu an yüzyıllar öncesinden kalma bu işlenmiş kolonların arasında hayretle etrafıma bakarken beni çok heyecanlandırdı.
Uzun süredir görmek istediÄŸim Kapadokya’ya hiçbir zaman unutmayacağım bir gezi yapmış oldum. Burayı Ayça ve Yavuz ile beraber gezmiÅŸ olmak da ayrı bir zevkti benim için. DoÄŸaya ilgilerini kendime oldum olası model aldığım bu ikilinin bilgileriyle Kapadokya’ya bakmak bana çok ÅŸey kattı.
Not: Bu yazı Peribacası Kapadokya Kültür ve Tanıtım Dergisi’nin Mayıs 2010 sayısında yayınlanmıştır. Derginin telif hakları ile korunmaktadır. Hiçbir ÅŸekilde kopyalanamaz. www.cappadociaexplorer.com