Yazan: Yavuz İşçen
Ocak 2010/Ankara
Bugün ülkemizin üzerinde bulunduÄŸu Anadolu toprakları, eski dönemlerde özellikle de batı toplumları arasında ‘Küçük Asya’ olarak adlandırılmaktaydı. Kapadokya olarak adlandırılan bölge ise, ilk çaÄŸda Anadolu içinde belli bir yerleÅŸim ve uygarlık bölgesini tanımlamak için kullanılıyordu.
Ä°lk çaÄŸda Kapadokya bölgesi bugünkü tanımlamamıza göre çok daha geniÅŸ bir coÄŸrafi alanı kapsıyordu. Öyle ki, bölgenin sınırları M.Ö. 6. yy’da Karadeniz kıyılarına kadar uzanmaktaydı. M.Ö. 360 yılında bölge iki ana parçaya ayrıldı. Bunlardan biri Karadeniz Kapadokya’sı ya da Pontos adı ile anılırken, diÄŸeri Büyük Kapadokya olarak adlandırılmaya baÅŸlandı. Büyük Kapadokya bölgesi, bugünkü KırÅŸehir, NevÅŸehir, Aksaray, NiÄŸde, Kayseri, Yozgat, Malatya illerinin tamamını ve Ankara’nın doÄŸusu, Sivas’ın güneyi ve Adana’nın kuzey bölümlerini içeriyordu. Kapadokya bölgesinin sınırları daha sonraki yıllarda birçok kez daha deÄŸiÅŸtirildi ve küçültüldü. Günümüzde Kapadokya denildiÄŸinde ağırlıklı olarak NevÅŸehir ili merkez olmak üzere NevÅŸehir ilinin Aksaray, Kayseri ve NiÄŸde illerinde coÄŸrafi ve tarihi anlamda devamı olan topraklar anlaşılmaktadır.
Kapadokya adının kaynağı
Anadolu’da Yunan kolonizasyonunun klasik çağının yaÅŸandığı dönemde Ä°ran yüksek yaylalarından gelen Persler burada hızla yayılarak Yunan ÅŸehirlerini tek tek ele geçirmiÅŸler ve Anadolu toprakları üzerinde büyük bir Pers krallığı kurmayı baÅŸarmışlardır. Kapadokya adına ilk kez iÅŸte bu dönemden kalan bir Pers yazıtında rastlanmaktadır. M.Ö. 522-486 yılları arasında iktidarda bulunan Pers Kralı I. Dareios zamanında dikilmiÅŸ bir sütun üzerinde bulunan yazıtta, ‘Katpatuka’ kelimesi geçmektedir. Bu kelime Pers dilinde Kapadokya anlamına gelmektedir. Katpatuka kelimesinin Pers dilindeki anlamının ‘güzel atlar ülkesi’ olduÄŸu yolunda görüşler ileri sürülmüş ve bu görüşler birçok kaynaÄŸa yansımıştır. Ancak kelimenin kökeni ve anlamı konusunda farklı görüşler de bulunmaktadır.
Bartholomae’nin yayınladığı, ‘Eski Pers Dilinin Dev Sözlüğü’ adlı eserde Katpatuka adlı bir kelime bulunmamaktadır. Bu sözlükte ‘güzel atları olan’ anlamında kullanılan sözcük, Huv-Aspa’dır. Prof. Dr. Bilge Umar, Kapadokya kelimesinin Anadolu kökenli olduÄŸu görüşündedir. Kelimenin ana gövdesini oluÅŸturan Katpat adının Hititlerin ana tanrıçası Khepat (Hepat) olduÄŸunu ve kelimenin sonunda bulunan -uka ekinin halk ve ulus adı türetmek için o dönemde yaygın olarak kullanılan bir ek olduÄŸunu örnekleriyle belirtmektedir. Khepat-ukh, ya da Perslerin kullandığı ÅŸekliyle Katpatuka, ‘Khepat halkı’ ya da ‘Khepat halkının yurdu’ anlamına gelmektedir. Gene o dönemlerde ülkelerin baÅŸ tanrılarının adı ile adlandırıldıkları gerçeÄŸi gözönüne alınırsa bu adlandırma dönemin anlayışı ile tam olarak uyuÅŸmaktadır. Bu yaklaşımdan hareketle Kapadokya kelimesinin ilk biçiminin Hitit kökenli Khepatukh olduÄŸu ve ana tanrıça Khepat’ın ülkesi anlamına geldiÄŸi belirtilmektedir. Khepatukh kelimesi daha sonradan Med ve Pers boyu Ä°ranlıların aÄŸzında Katpatuka biçiminde kullanılmıştır. Helen toplumu ise bu kelimeyi kendi ağızlarına uydurmuÅŸ ve Kappadokia olarak kullanmıştır. Bizler bugün bu bölgeye Kapadokya diyoruz.
Kapadokya’da taÅŸ devrinin ilk sakinleri
Kapadokya bölgesinin önemi sadece dünyada eÅŸi benzeri bulunmayan doÄŸal oluÅŸumlarından kaynaklanmamaktadır. Tüf taşından oluÅŸan kayalar kolay iÅŸlenebilmeleri nedeni ile çok eski dönemlerden bu yana insanların dikkatini çekmekte gecikmemiÅŸtir. Bölgenin eski dönemlerde volkanik yapısı nedeni ile insan yerleÅŸimine çok uygun olmadığı düşünülse de, arkeolojik bulgular Kapadokya bölgesinin prehistorik dönemlerden bu yana insan yerleÅŸimine sahne olduÄŸunu göstermektedir. Kapadokya prehistoryasında Paleolitik dönemden baÅŸlayan buluntular, Neolitik ÇaÄŸ (M.Ö. 8000-5500), Kalkolitik ÇaÄŸ (M.Ö. 5500-3000) ve Tunç Çağı’nda (M.Ö. 3000-1200) yoÄŸunlaÅŸmaktadır. Bölgedeki höyüklerden çıkmış olan tarih öncesi döneme iliÅŸkin eserler yöre müzelerinde sergilenmektedir. Buluntu yerlerinin çoÄŸu görsel açıdan etkileyici deÄŸildir. Ancak bu döneme iliÅŸkin buluntular Anadolu arkeolojisi ve tarihi açısından çok önemli bir yere sahiptirler.
Anadolu’nun Hititler öncesi halkları
Anadolu’da Tunç Çağı’nın yaÅŸandığı yıllarda ve özellikle M.Ö. 3000-2000 arası dönemde, Hattiler, Luviler ve Hurriler gibi uluslaÅŸma özelliÄŸi gösteren halkların yaÅŸadığı bilinmektedir. Bu halklar hakkında elimizde ne yazık ki fazla bilgi bulunmamaktadır. Son yıllarda bu halkların Anadolu kökenli yerli halklar olduÄŸu konusunda görüşler yaygınlaÅŸmaktadır. Bugün bildiÄŸimiz bu toplulukların kendilerinden sonraki Anadolu halklarını ve özellikle de Hititleri fazlasıyla etkilediÄŸidir. Hititler gerek dil ve yazı gerekse dini hayat açısından kendilerinden önce ve kendi çaÄŸdaÅŸları olan bu topluluklardan fazlasıyla etkilenmiÅŸlerdir. Bu etkileÅŸim uzun yıllar birlikte yaÅŸamış olmaktan kaynaklanmaktadır.
Anadolu’da tarih çaÄŸları
Tarih yazı ile baÅŸlar. Bu bakımdan insanlığın yazıyı bulması tarihte bir dönüm noktası olarak kabul edilmiÅŸtir. Yazının bulunmasından önceki dönem tarih öncesi ya da prehistorik dönem yazının kullanımı ile baÅŸlayan dönemler ise tarih çaÄŸları olarak tanımlanmıştır. Yazının dünyada ilk kullanımı M.Ö. 3200 yıllarında Mısır ve Mezopotamya’da olmuÅŸtur. Yazının Anadolu’da yaygınlaÅŸması ise M.Ö. 1900 yıllarına denk gelir. Yazıyı Anadolu’ya taşıyan ticari amaçlarla buraya gelen Asurlu tüccarlardır. Bu nedenle Anadolu’da tarih çaÄŸlarının baÅŸlaması Asur Ticaret Kolonileri Çağı’na (M.Ö. 1900-1800) denk gelmektedir.
Hititler ve yazı
Anadolu’da yazıyı ilk kullanan topluluÄŸun Hititler olduÄŸu bilinmektedir. Hititler iki tip yazı kullanmışlardır. Bunlardan biri Asurlu tüccarlardan öğrendikleri çivi yazısı, diÄŸeri ise Hitit hiyeroglifi olarak bilinen yazıdır. Asurlu tüccarlardan öğrendikleri çivi yazısını kendi dillerinde yazmışlar ve daha çok ticari yazışmalarda kullanmışlardır. Hititlerin daha sonradan kullandıkları diÄŸer çivi yazısı ise Babil kökenli olup M.Ö. 1650-1200 yılları arasında kullanılmıştır. Hitit Hiyeroglifi olarak bilinen yazı ise, Anadolu halklarından Luvilerin geliÅŸtirdiÄŸi bir yazı türüdür. Bu yazı tipi Asur kolonileri çağında semboller halinde geliÅŸmeye baÅŸlamış daha sonraları resim ve hece yazısı haline gelmiÅŸtir. Hititler bu yazıyı yoÄŸun olarak kaya ve taÅŸ anıtlar üzerinde kullanmışlardır. Daha çok halkın kullandığı bu yazının dili Luvice’dir.
Serbest bölgelerin Anadolu’daki ilk örneÄŸi
Neolitik dönemden itibaren insanoÄŸlunun topraÄŸa yerleÅŸmesi, köyler ve giderek ÅŸehirler oluÅŸturmaya baÅŸlaması ile birlikte ÅŸehirlerin çeÅŸitli gereksinimlerinin karşılanma zorunluluÄŸu, uygarlıklararası ticareti de gündeme getirmiÅŸtir. M.Ö. 1900-1800 yılları arasındaki 100 yıllık dönem, Asurlu tüccarların Anadolu’da ticari bir kolonizasyon oluÅŸturdukları ve tarihçiler tarafından ‘Asur Ticaret Kolonileri Çağı’ olarak adlandırılan dönemdir.
Asurlu tüccarların yerli krallara vergi ödeyerek büyük ÅŸehirlerin yanı başında kurmuÅŸ oldukları ‘Karum’ adı verilen pazar niteliÄŸindeki mahalleler, günümüzün serbest bölgelerinin 4000 yıl kadar önceki ilk uygulamaları olarak kabul edilebilir. Asurlu tüccarlar, 200-250 eÅŸekten oluÅŸan kervanlarla Mezopotamya’dan daha çok kalay ve dokuma ürünleri getiriyor, karşılığında ise Anadolu’dan altın ve gümüş alıyorlardı.
Anadolu’nun görkemi Hititler
Asur Ticaret Kolonileri Çağı’nın M.Ö. 1800’lü yıllarda Anadolu’daki yerli krallıklar arasında çıkan savaÅŸlardan tüccarların zarar görmeleri ve Anadolu’yu terk etmeleriyle son bulduÄŸu düşünülmektedir. Bu yıllarda Asurlulara ait çeÅŸitli karumlarda yangın izleri tespit edilmiÅŸ olması bu görüşü destekler niteliktedir.
M.Ö. 1900’lü yılların baÅŸlarından itibaren Anadolu’da Hitit döneminin baÅŸladığını söyleyebiliriz. Hititlerin Anadolu’nun yerli halklarından biri olduÄŸu yolundaki görüşlerin yanı sıra Anadolu’ya Kafkaslar üzerinden geldikleri doÄŸrultusunda görüşler de bulunmaktadır. Tarihçiler arasında tartışmalı olan bu konu yeni bulgularla ve araÅŸtırmalarla netlik kazanacak gibi görünüyor. Yazılı tabletlerden öğrendiÄŸimiz kadarı ile Hititlerin ilk yerleÅŸim yeri KuÅŸÅŸara ve NeÅŸa ÅŸehirleridir. KuÅŸÅŸara’nın Çorum yakınlarındaki AliÅŸar olduÄŸu, NeÅŸa’nın ise Kayseri yakınlarındaki KaniÅŸ olduÄŸu tahmin edilmektedir. Hititler daha sonraki yıllarda baÅŸkent olarak Çorum yakınlarındaki HattuÅŸaÅŸ’ı seçmiÅŸlerdir.
Anadolu’da siyasi birliÄŸin saÄŸlanması yolunda ilk çalışmaların Hititler ile birlikte baÅŸladığı bilinmektedir. BoÄŸazköy arÅŸivlerinde bulunan bir tabletten öğrendiÄŸimize göre KuÅŸÅŸara Kralı Anitta, gece baskınları taktiÄŸi ile Anadolu’daki bağımsız ÅŸehirlerin çoÄŸunu tek bir yönetim altında toplamayı baÅŸarmıştır. Daha sonraki dönemlerde Hitit krallarının bazı yazılı metinlerde kendilerini KuÅŸÅŸaralı adamın soyundan geldikleri için övdükleri görülmektedir. M.Ö. 1500’lü yıllarda dünya üzerinde en güçlü uygarlıklar, Mısır, Babil, Mitanni ve Hitit Devleti olduÄŸu göz önüne alınırsa, Anadolu’da yaklaşık 1000 yıl kadar hüküm süren Hititlerin yarattığı uygarlığın kendinden sonraki kültürleri derinden etkilemesi daha iyi anlaşılabilir. Hitit Devleti tarihi, kendi içinde üç bölüme ayrılarak incelenmektedir.
1-Eski Devlet: M.Ö. 1800-1400
2-Büyük Hitit İmparatorluğu: M.Ö. 1400-1200
3-Geç Hitit Şehir Devletleri: M.Ö. 1200-700
Anadolu toprakları M.Ö. 1400’lü yıllardan itibaren batıdan gelen ve Mısır kaynaklarında ‘Deniz Kavimleri’ adı ile belirtilen kavimler hareketine sahne olur. Tarihte ‘Ege Göçleri’ olarak adlandırılan bu kavimler hareketi, önüne gelen her ÅŸeyi yakıp yıkar. En ÅŸiddetli biçimini M.Ö. 1200 yıllarında kazanan bu göçler sonucu büyük uygarlıklar zamanla zayıflar ve yıkılır. Orta Anadolu’da Hitit Ä°mparatorluÄŸu, Batı Anadolu’da ise Troia uygarlığının yıkılışı bu döneme rastlar.
Hitit Ä°mparatorluÄŸu yıkılır, ancak bütünüyle yok olmaz. Ä°mparatorluÄŸun yıkılmasını takiben Anadolu’da çeÅŸitli ÅŸehir devletleri ortaya çıkar. 500 yıl kadar hüküm sürecek bu devletler, Geç Hitit Åžehir Devletleri adıyla anılmaktadır. Geç Hitit Åžehir Devletleri bulundukları bölge ve kaynaÅŸtıkları halklara baÄŸlı olarak farklı tarzlar yaratırlar. DoÄŸu Anadolu’da Hurrilerin devamı olan Urartu Devleti (M.Ö. 840-585) doÄŸarken, Orta ve Batı Anadolu aynı dönemlerde daha karanlık bir çaÄŸ yaÅŸamaktadır. Bu dönem, Anadolu’da genel anlamda bir kargaÅŸa ve gerileme dönemidir. Yazının kullanımı ciddi biçimde azaldığı için tarihçiler bu dönemi, prehistorik çaÄŸlar arasında deÄŸerlendirerek Demir Çağı (M.Ö. 1250-750) adıyla da anmaktadırlar.
Tabal Krallığı (M.Ö. 900-680)
Geç Hitit Åžehir Devletleri’nden Kapadokya bölgesinde yerleÅŸik olanı Tabal Krallığı’dır. Bugünkü Kayseri, NiÄŸde ve NevÅŸehir’i içine alacak ÅŸekilde kurulmuÅŸ olan krallığın merkezi NiÄŸde Kemerhisar yakınlarındaki Tuvanuva’dır (Tuvvana). Burası Roma döneminde Tyana ÅŸeklinde adlandırılmıştır. Tabal Krallığı Anadolu’daki Geç Hitit Åžehir Devletleri’nden en batıda yer alanıdır. DoÄŸusunda Milid (Malatya), güneyinde ise Adana bölgesinde yerleÅŸik olan Que Krallığı ile sınır oluÅŸturmaktadır. Asur belgelerinden öğrendiÄŸimize göre Asur kralı III. Salmanassar zamanında (M.Ö. 858-824) Tabal’da 24 küçük krallık bulunmaktaydı. Bu bilgiden Tabal Krallığı’nın tek bir krallık olmadığını, bir çeÅŸit konfederasyonla yönetildiÄŸini öğreniyoruz.
Bu konfederasyonun hangi krallıklardan oluÅŸtuÄŸunu tam olarak bilemiyoruz; ancak Nahita (NiÄŸde) kralı Saruvanas’ın Tabal Konfederasyonu’na dahil olduÄŸu yazılı belgelerde geçmektedir. Tabal Krallığı ve diÄŸer Geç Hitit Åžehir Devletleri, Anadolu’da hakimiyet kurmak isteyen Asurlular ile sürekli bir çatışma içinde olmuÅŸlardır. Bazen Asur egemenliÄŸini, bazen de komÅŸu ve çaÄŸdaÅŸ oldukları Urartu ve Friglerin egemenliklerini tanımak zorunda kalmışlardır. Sonunda güçlenen Asurlular bölgeyi tamamen denetim altına almışlar ve Tabal Krallığı’nı ortadan kaldırmışlardır.
Tabal Krallığı’ndan kalma NiÄŸde-Kayseri-NevÅŸehir üçgeninde Hitit hiyeroglif yazısı ile yazılmış çeÅŸitli kitabeler bulunmuÅŸtur. Bu kitabeler arasında, Topada, Bolkar Madeni, Erkilet, Gökçetoprak, Bahçe, KaradaÄŸ, Karaburna, Çalapverdi, Bor steli, Ä°vriz ve Andaval yazılı anıtları sayılabilir. Bunlardan bazılarında Tabal Kralı Varpalavas’ın adı geçmektedir. Varpalavas’ın kendisinin yer aldığı bilinen kaya anıtları içinde, Konya’nın EreÄŸli ilçesi Halkapınar beldesine baÄŸlı ‘Ä°vriz (Aydınkent) Köyü’nde bulunan Ä°vriz kaya anıtı ile NiÄŸde’nin Bor ilçesinde bulunmuÅŸ olan Bor steli önemlidir. Bor steli Ä°stanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir.
Frigler (M.Ö. 750-676)
Kapadokya’nın eski halklarını anlatırken MuÅŸki ve Frigler’e de deÄŸinmek gerekmektedir. Demir Çağı’nın karanlığından sonra, Orta Anadolu’da ilk siyasi toparlanmanın Frigler ile olduÄŸu görülmektedir. Frigler’i oluÅŸturan topluluklar, M.Ö. 1200’lü yıllardan itibaren dalgalar halinde Trakya üzerinden Anadolu’ya gelmeye baÅŸlayan kavimlerdir. BaÅŸlangıçta Marmara Bölgesi’nde yerleÅŸen bu kavimler sonraları Anadolu’nun içlerine doÄŸru yayılmışlardır.
Bunların içinde Frigler’in öncüleri ya da onlara akraba topluluklar olarak kabul edilen MuÅŸkiler de bulunmaktadır. Asur metinlerinde de adlarına rastlanan MuÅŸkiler, siyasi birlik saÄŸlayana kadar göçebe bir tarz sürdürmüşlerdir. MuÅŸkiler’in Kapadokya içinde kalan toprakları, sonradan Tabal Krallığı bölgesi haline gelen alanın kuzeybatı ve kuzeydoÄŸusunda kalan bölgelerdir.
Frigleri oluÅŸturan göçmen kavimler zamanla buradaki yerli halklarla kaynaÅŸarak ulus kimliÄŸi kazanmışlar ve Kral Midas’la birlikte siyasi bir birlik oluÅŸturmayı baÅŸarmışlardır. Hint-Avrupa kökenli bir topluluk olmalarına karşın yoÄŸun biçimde Geç Hitit kültüründen etkilenmiÅŸlerdir. Tabii ki, etkileÅŸim karşılıklı olmuÅŸtur. ÖrneÄŸin, Ä°vriz Hitit kaya anıtında gördüğümüz Tabal Kralı Varpalavas’ın ÅŸalında kullandığı çengelli iÄŸne tipik bir Frig fibulasıdır.
Merkezleri Ankara Polatlı yakınlarındaki Gordion olan Frigler, Kapadokya’da hakim olan Geç Hitit Åžehir Devletleri’nden Tabal Krallığı ile çaÄŸdaÅŸ ve komÅŸudur. Bugün Kapadokya’daki höyüklerde yapılan kazılarda Hitit dönemi sonrasında Frigler’e ait kalıntılara rastlanması, bu topluluÄŸun Kapadokya’ya kadar yayıldığını göstermektedir.
Anadolu Frigler döneminde, Ege göçlerinden sonraki en büyük istilacı hareket olan Kimmer ve ardından Ä°skit kavimlerinin göçüne sahne olur. M.Ö. 700’lerden itibaren Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya gelmeye baÅŸlayan Kimmerler, Urartu Devleti’ni iyice yıprattıktan sonra Orta Anadolu’ya yönelirler. Frig ve Kimmer savaşı kaçınılmaz olur. Bu savaÅŸ sonrası Frig ülkesi yakılıp yıkılır. Kral Midas yenilgiyi hazmedemez ve intihar eder (M.Ö. 676).
Anadolu’da Med ve Pers Hakimiyeti
Frigler’in yıkılmasını takiben Kimmerler, Manisa yakınlarındaki Sart’ı (Sardes) baÅŸkent olarak seçen Lidya Devleti (M.Ö. 680-545) ile komÅŸu hale gelirler. Kimmer saldırıları Lidya Devleti’nin de yıpranmasına neden olur. Ancak Kimmerler bu sırada tam olarak bilinmeyen bir nedenle Anadolu’yu terk ederler. Kimmerler’in çekilmesinden sonra Anadolu’da sırasıyla Med ve Pers egemenlikleri dönemi baÅŸlar. Medler ve Persler M.Ö. 1300 yıllarında Kafkaslar üzerinden Ä°ran tarafına göçen kabilelerden oluÅŸmaktadır. BaÅŸlangıçta göçebe ve çeÅŸitli beylerin yönetiminde olan bu kabileler sonraları siyasi birlik saÄŸlar ve yerleÅŸtikleri bölgede güçlü birer uygarlık yaratırlar.
Med Devleti, M.Ö. 700’lerde tarih sahnesine çıkar. M.Ö. 612’de Medler, Ä°skitler ile birleÅŸir ve Önasya’nın en güçlü siyasi birliÄŸi olan Büyük Asur Ä°mparatorluÄŸu’nu yıkarlar. Medler, M.Ö. 585 yılında Anadolu’nun içlerine doÄŸru ilerleyerek Urartu Devleti’nin egemenliÄŸine son verirler. Bu baÅŸarıdan sonra Medler Anadolu’ya yayılmaya devam eder ve Kapadokya bölgesine kadar gelip yerleÅŸirler. Anadolu’daki Med egemenliÄŸi, Perslerin M.Ö. 550’de Medleri yenerek tarihten silmesine kadar devam eder. Bu yıldan itibaren Anadolu’da Perslerin yayılması baÅŸlar ve Persler doÄŸudan Kızılırmak’a kadar olan bütün bölgeyi denetim altına alıp Lidya ile komÅŸu olurlar. Bu ÅŸartlarda Lidya ve Pers savaşı ufukta görünmeye baÅŸlar. Pers Devleti bu savaşı kazanır ve M.Ö. 547’den sonra tüm Anadolu’ya hakim olur. Perslerin Anadolu’daki hakimiyeti, Makedonya Kralı Büyük Ä°skender’in Pers ordularını art arda yenerek Pers Ä°mparatorluÄŸu’nu çökertmesi ile M.Ö. 331’de son bulur.
Perslerin Anadolu’da bulundukları dönemde (M.Ö. 547-331) Kapadokya doÄŸal olarak Perslerin hakimiyeti altındadır. Persler Anadolu’yu ‘satrap’ adı verilen askeri valilerle yönetiyorlardı. Kapadokya Satraplığı’nın merkezi Kayseri idi. Persler, Efes’den baÅŸlayıp Kapadokya’dan geçerek Mezopotamya’ya kadar ulaÅŸan ünlü Kral Yolu’nu bu dönemde yaptırırlar. Kapadokya adına yine ilk kez bu dönemden kalan bir Pers yazıtında rastlanmaktadır. M.Ö. 522-486 yılları arasında iktidarda bulunan Pers Kralı I. Dareios zamanında dikilmiÅŸ bir sütun üzerinde bulunan yazıtta, ‘Katpatuka’ kelimesi geçmektedir. Bu kelime Pers dilinde Kapadokya anlamına gelmektedir. Katpatuka kelimesinin Pers dilindeki anlamının ‘güzel atlar ülkesi’ olduÄŸu yolunda görüşler ileri sürülmüş olmakla birlikte, kelimenin kökeni ve anlamı konusunda farklı yaklaşımlar da bulunmaktadır.
Kapadokya Krallığı (M.Ö. 332-M.S. 17)
Makedonya Kralı Büyük Ä°skender M.Ö. 331’de Pers egemenliÄŸinin sonu olan ünlü Asya seferi sırasında Anadolu’da fazla bir dirençle karşılaÅŸmaz. Bir tek Kapadokya’da bulunan Pers Satraplığı Ä°skender’e direnir. Ä°skender Kapadokya’nın güneybatı bölümünü ele geçirir ve yoluna devam eder. Ä°skender’in gidiÅŸinin ardından Pers yanlılarından Ariarates M.Ö. 332’de Kapadokya’nın yarı bağımsız kralı olarak baÅŸa geçer.
Ä°skender’in M.Ö. 333 yılında tropik bir sıtmaya yakalanarak aniden ölmesine kadar Ariarates Kapadokya Krallığına devam eder. Ä°skender’in ölümünü takiben onun yetkilerini devralan Perdikkas, Kapadokya’yı Ä°skender Ä°mparatorluÄŸu’na katmak için harekete geçer ve Ariarates’i yenerek öldürür. Ancak iki taraf arasındaki çatışma hiç eksik olmaz. Sonunda bu çatışmalardan Pers yanlıları üstün çıkar ve M.Ö. 280’den itibaren Kapadokya Krallığı bölgede yerleÅŸik bir güç haline gelir.
Kapadokya Krallığı daha sonra uzun dönem bölgede egemen olmak isteyen güçlerle mücadele etmek durumunda kalır. Galatlar (Keltler), Makedonyalılar, Pontuslular ve Romalılarla giriÅŸilen savaÅŸlar sonrası krallık zayıflar ve önce Pontusluların ardından da Romalıların egemenliÄŸini tanımak durumunda kalır. M.S. 17’de Kapadokya Krallığı Roma Devleti’nin Anadolu’daki bir ili konumuna getirilerek Roma Devleti’ne katılır.
Kapadokya’da Roma Dönemi (17-395)
17 yılında Tiberius zamanında Roma Ä°mparatorluÄŸu’nun bir ili konumuna gelen Kapadokya, kuzeyde Samsun, güneyde Adana, batıda Tuz Gölü ve doÄŸuda ise Fırat Nehri kıyılarına kadar uzanan geniÅŸ bir alanı kaplıyordu. Bölge uzun süren savaÅŸlar sonrası oldukça yoksul düşmüştü. Bölgeden alınan vergilerin azaltılmasının yanı sıra Galatya ile Kapadokya’yı birbirine baÄŸlayan yolların yapılması, NevÅŸehir’i batıya baÄŸlayan yolların yapılması gibi imar faaliyetlerine giriÅŸilerek bölgenin canlandırılmasına çalışıldı.
Roma egemenliÄŸi döneminde Kapadokya’da üç merkez dikkatimizi çekmektedir. Bunlar, Kapadokya eyaletinin merkezi durumundaki Kayseri (Casearea) ve Kemerhisar (Tyana) ile Avanos’dur (Venessa). Roma döneminde, Ä°ran’da hüküm süren Sasani Devleti’nin (226-651) Kapadokya bölgesine saldırılarda bulunduÄŸunu görüyoruz. Hatta bir ara Kayseri’nin kısa süreli de olsa Sasaniler’in denetiminde kaldığı biliniyor. Roma Ä°mparatoru III. Gordianus’un Sasani akınlarından korunabilmek için Kayseri ÅŸehrinin etrafını surlarla çevirdiÄŸi bilinmektedir. Bu surlar sonraki yüzyıllarda Bizans ve Ä°slami dönemlerde geliÅŸtirilip saÄŸlamlaÅŸtırılacaktır. Aynı dönemde bölge için bir diÄŸer tehdit unsuru da Trakya üzerinden Anadolu’ya giren Gotlar (Gothlar) olmuÅŸtur. Roma gerek dış gerekse iç çatışmalar sonucu gittikçe zayıflamış ve imparatorluk 395 yılında doÄŸu ve batı olarak ikiye ayrılmıştır.
Hıristiyanlığın Anadolu’da yayılmaya baÅŸlaması
Roma Ä°mparatorluÄŸu döneminde Filistin’deki Yahudi topluluÄŸu içinde yayılmaya baÅŸlayan Hıristiyanlığın, imparatorluk kurumlarını tanrılaÅŸtıran putperest Roma yönetiminin baskıcı tavırları ile karşılaÅŸması kaçınılmazdı. Bu dönemde Hıristiyanlık hem hızlı bir yayılım gösteriyor hem de farklı yorumlarla deÄŸiÅŸim geçiriyordu. Bu deÄŸiÅŸime karşı çıkanlar Ortodoks düşüncenin oluÅŸumunu hazırladılar. Ä°lk Hıristiyanların oldukça acı çektiÄŸi bu yıllarda Kayseri BaÅŸpiskoposu Basilius (329-379) (Basileos, Basil, Basileios) Kapadokya’da OrtodoksluÄŸun temellerini atıyordu.
Manastır yaÅŸam biçiminin Hıristiyanlık tarihinde 3. yy. sonları ile 4. yy. baÅŸlarında Mısır’da baÅŸladığı ve Filistin ile Suriye’de hızla yayıldığı bilinmektedir. Basilius Mısır ve Suriye’de bulunduÄŸu yıllarda bu geliÅŸimi yakından izlemiÅŸtir. Aynı tarzın Basilius döneminde Kapadokya’da da baÅŸlamış olması bu bakımdan tesadüf deÄŸildir. Bu yıllar ibadetlerini daha rahat sürdürmek isteyen Hıristiyanlar’ın, Kapadokya’nın kayalık bölümlerine çekildikleri, kaya içlerinde manastırlar ve kiliseler oluÅŸturmaya baÅŸladıkları yıllardır. Göreme civarı ise ilk yerleÅŸilen yerler arasındadır. Basilius’un hayatını anlatan bir belgede Göreme’nin adının ilk kez ‘Korama’ olarak geçtiÄŸi bilinmektedir.
Kapadokya’nın üç büyük azizi olarak kabul edilen Kayserili Basilius, Basilius’un kardeÅŸi Gregorius (NevÅŸehir/Nyssa piskoposu) ve Nazianzoslu Gregorius, Kapadokya’daki manastır hayatının kurucuları olarak kabul edilebilir. Nazianzos’un bugün Aksaray tarafındaki Bekarlar köyü olduÄŸu düşünülmektedir. Güzelyurt’daki Cami Kilise bu azizin adına yapılmıştır. Bu azizlerin bölgedeki çalışmaları sonucu, Roma imparatorluÄŸu’nun Hıristiyanlığı kabul etmesinden çok önceleri Kapadokya bölgesi büyük oranda Hıristiyanlığı kabul etmiÅŸ durumdaydı. Ä°lk Hıristiyanlar daha çok ortaklık esasına dayanan bir yaÅŸama biçimi oluÅŸturmuÅŸlardı. Hıristiyanlık bu dönemde yoksullar için doÄŸmuÅŸ bir din görünümündeydi. Sonradan ortaklık esasının yavaÅŸ yavaÅŸ gerilediÄŸini görüyoruz.
Roma Ä°mparatoru Julianus Apostata (361-363) döneminde, Basilius’un bölgedeki etkinliÄŸini kırabilmek için çeÅŸitli baskı yöntemleri uygulamaya koyuldu. Ä°mparator Diokletianus Kapadokya Eyaleti’ni kuzey ve güney olarak ikiye ayırarak (372) Basilius’un Kayseri’deki etki alanını daraltmaya çalıştı. Ancak Roma içinde de Hıristiyanlık hızla benimsenmeye baÅŸlamıştı. Ä°mparator Theodosius döneminde (379-395) Hıristiyanlık devletin resmi dini oldu ve çok tanrılı inançlar yasaklandı.
Bizans devleti dönemi (395-1453)
Roma Ä°mparatorluÄŸu’nun 395’de ikiye ayrılmasından sonra, Kapadokya bölgesi, baÅŸkenti Ä°stanbul (Kostantinopolis) olan DoÄŸu Roma Devleti’nin sınırları içinde kaldı. Bizans devletinin ilk yılları kendi içinde din ve mezhep çatışmaları ile geçti. Bu dönemde Bizans’ın doÄŸu sınırında Sasaniler bulunuyordu. 226-651 yılları arasında Ä°ran-Irak taraflarında hüküm süren Sasaniler önce Roma sonra da Bizans Devleti ile sürekli çatışma içinde olmuÅŸlardır. 608 yılında Sasani hükümdarı II. Hüsrev, Bizans’a saldırdı ve Kayseri’yi ele geçirmeyi baÅŸardı. Kayseri 611 yılına kadar Sasaniler’in elinde kaldı. 611’de Kayseri’den atılan Sasaniler 626 yılında yeniden Kayseri’yi ele geçirerek batıya doÄŸru ilerlemelerini sürdürdüler.
Sasani Devleti, Ä°slam tarihinde Dört Halife Devri (632-661) olarak bilinen dönemde, 651 yılında Halife Osman zamanında ortadan kaldırılmıştır. Sasanilerin ortadan kaldırılması Bizans için önemli bir düşmanın yok olması anlamına geliyordu. Ancak aynı yıllarda Åžam merkezli olarak kurulan Arap kökenli Emevi Devleti (661-750) ve sonrasında da Abbasi Devleti (750-1258) Bizans’ın yeni düşmanları olarak ortaya çıktılar. Emeviler 709 yılında Kapadokya bölgesine saldırdılar ve Tyana kentini ele geçirdiler. Saldırılar 713 yılına kadar devam etti ve neredeyse tüm Kapadokya Arapların denetimine girdi. 726 yılında Kayseri tekrar Arap iÅŸgaline uÄŸradı. Bölgede yaÅŸayan Hıristiyan halk Arap akınlarından korunabilmek ve ibadetlerine devam edebilmek için yeraltı ÅŸehirleri ve kaya oyuklarına çekilmeye baÅŸladı. Bu dönemden itibaren Kapadokya bölgesinde kaya kiliselerinin hızla arttığını gözlemliyoruz.
Bizans Ä°mparatoru III. Leon 726 yılında Arapları Kayseri’den çıkarmayı ve Malatya’ya kadar olan toprakları Bizans denetiminde tutmayı baÅŸardı. Aynı imparator döneminde, kiliselerdeki ikona ve kilise resimlerine bir yasaklama getirildi. Tasvir kırıcılık anlamında ‘Ä°konoklasm’ adı verilen bu dönem, 726-843 yılları arasında 117 yıl devam etti. 843 yılında Ä°mparatoriçe Theodore ikonları tekrar serbest bıraktı. Bizans imparatorunun böyle bir yasaklama getirmesinin temelinde rahiplerin iktidar üzerindeki etkisini azaltabilmek ve kilise resimlerine taparcasına baÄŸlılığın neden olduÄŸu bilinmektedir. Bunda kısmen Ä°slam baskısının da etken olduÄŸu düşünülebilir. Bizans toplumunda, tasvir kırıcılar ile tasvir yanlısı olanlar arasında ikonoklasm döneminde ve sonrasında yoÄŸun bir çekiÅŸme yaÅŸandı. Tasvir kırıcı akımın Bizans’da güç bulması üzerine tasvir yanlıları Kapadokya’nın kayalık bölgelerinde rahatlıkla gizlenerek istedikleri tarz (ikonalı) kiliseler inÅŸa ettiler. Kapadokya’da kaya kilisesi yapımı yeni bir ivme kazanmış oldu. Bu dönemde sadece Göreme civarında yapılmış olan kilise sayısının 400’den fazla olduÄŸu bilinmektedir.
Abbasi Devleti döneminde de Bizans Arap akınlarına maruz kalmaya devam etti. Hatta Bizans Devleti bu dönemde Abbasilere vergi ödeyerek sınırlarını iÅŸgalden korumaya çalışmıştır. Abbasi halifesi Harun ReÅŸid’in (786-809) alması gereken verginin ödenmemesi üzerine ordularıyla gelip Tyana’yı iÅŸgal ettiÄŸi bilinmektedir. Daha sonraki yıllara bölgede Arap baskısının kısmen azaldığı gözlenmektedir.
Selçuklular (1040-1318)
Orta Asya’dan gelerek ve Ä°ran çevresine yerleÅŸmiÅŸ bulunan Türk topluluklarının biraraya gelmesiyle kurulan Büyük Selçuklu Ä°mparatorluÄŸu (1040-1157), Bizans’ın doÄŸu komÅŸusudur. Büyük Selçuklu Ä°mparatorluÄŸu, daha sonradan Ä°slam dinini benimsemiÅŸtir. Bu tarihten sonra Anadolu’da Türklerin yayıldıkları görülmektedir. Bunun üzerine, birbirini engel olarak gören iki devlet karşı karşıya gelmiÅŸtir.
Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’ın Bizans Ä°mparatoru Romanos Diogenes’i 1071 yılında Malazgirt Savaşı’nda yenmesinden sonra, Bizans bölgede ciddi ÅŸekilde güç kaybetmiÅŸ ve Anadolu’ya girmek isteyen Türk topluluklarının önü açılmıştır. Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan kendisine Malazgirt savaşında yardımcı olan komutanlarının Anadolu’da ayrı beylikler oluÅŸturmasına izin vermiÅŸtir. Bunlardan biri orta ve kuzey Anadolu’da hüküm sürmüş olan DaniÅŸmendoÄŸulları’dır (1086-1178). DaniÅŸmendoÄŸulları Haçlı savaÅŸları sırasında Anadolu Selçukluları ile birlikte Haçlı ordularına karşı savaÅŸmıştır. Buna karşın bu beyliÄŸin yıkılışı yine Anadolu Selçukluları tarafından olmuÅŸtur. DaniÅŸmendoÄŸulları döneminden kalma çeÅŸitli eserler Kapadokya’da ve özellikle de Kayseri’de bulunmaktadır.
Büyük Selçuklu Ä°mparatorluÄŸu döneminde Anadolu’nun fethi ile görevlendirilen Süleyman Åžah üst üste birçok baÅŸarıya imza atmış ve Anadolu’nun büyük bir bölümünü kısa zamanda ele geçirerek Ä°znik merkez olmak üzere Anadolu Selçuklu Devleti’ni (1078-1318) kurduÄŸunu açıklamıştır. 1157 yılında Büyük Selçuklu Sultanı Sencer’in ölümünden sonra imparatorluk tamamen dağılmış ve Selçuklu Türkleri, Anadolu Selçuklu Devleti bünyesinde toplanmışlardır. Bu dönemde Anadolu’da istilacı bir güç olarak Ä°ran bölgesinde egemenlik kurmuÅŸ olan Ä°lhanlılar (MoÄŸollar) dikkati çekmektedir. 1243 yılında Ä°lhanlılar ile yapılan Kösedağı savaşında alınan yenilgi sonrası ve özellikle de 1277’den sonra Anadolu’da MoÄŸol hakimiyeti görülür. Bu etkiler sonrası 1318 yılında Anadolu Selçuklu Devleti tamamen yok olmuÅŸtur. Anadolu Selçukluları döneminde Kapadokya bölgesinde birçok önemli yapı inÅŸa edilmiÅŸtir. Bunların arasında çok sayıda cami, medrese, kümbet, hanlar ve kervansaraylar bugün de görülebilmektedir.
MoÄŸollar Kapadokya’da (1318-1398)
Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasını takiben Anadolu’da Türk beylikleri varlığına devam etmiÅŸtir. Bunların arasında bulunan Kayı BeyliÄŸi sonradan Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nun kurucusu olacaktır. Kapadokya bölgesinde bu dönemde Ä°lhanlı (MoÄŸol) etkisi devam etmektedir.
Ä°lhanlılar Anadolu’ya vali olarak 1318 yılında TimurtaÅŸ’ı atamışlardır. TimurtaÅŸ döneminde baÅŸkent Sivas’dan Kayseri’ye taşınmıştır. Bölgede iyice güç kazanan TimurtaÅŸ sonradan bağımsızlığını ilan etmiÅŸtir. TimurtaÅŸ’ın 1327 yılında ölümünden sonra yaÅŸanılan otorite boÅŸluÄŸunu, TimurtaÅŸ’ın yanında görevli Eretna Bey doldurmuÅŸ ve 1343 yılında bağımsızlığını ilan ederek bölgede hakimiyet kurmuÅŸtur. Uygur Türklerinden olan Eratna Bey, Orta Anadolu’nun tümüne hakim olarak önce Sivas sonra da Kayseri’yi merkez yapmıştır. Eretna BeyliÄŸi çıkan iç karışıklıklar sonrası 1381 yıllında, Kayseri kadılığından vezirliÄŸe yükselen Kadı Burhanettin tarafından ortadan kaldırılmıştır. Bölgede 1381-1398 yılları arasındaki dönem Kadı Burhanettin dönemi olarak bilinmektedir. Kadı Burhanettin 1398’de Akkoyunlular tarafından öldürülmüştür. 1365 yılında Eretna BeyliÄŸi’ndeki karışıklıktan yararlanarak NevÅŸehir’i almayı baÅŸaran KaramanoÄŸulları Kadı Burhanettin’in öldürülmesini fırsat bilip bölgenin tamamını ele geçirmiÅŸlerdir.
Karamanoğulları (1256-1483)
Orta Anadolu’nun güney tarafında egemenlik kuran KaramanoÄŸulları bir Türk beyliÄŸidir. OÄŸuzların AvÅŸar boyundan geldikleri kabul edilen beylik Türkçeyi resmi dil olarak benimseniÅŸ ve Farsça yazışmayı yasaklamıştır. KaramanoÄŸulları’nın Anadolu’daki en büyük rakipleri 1299’dan itibaren yeni bir kimliÄŸe bürünen Osmanlı BeyliÄŸi olmuÅŸtur. Ağırlıklı olarak Konya bölgesinde etkin olan KaramanoÄŸulları, zamanla Kapadokya’da da yayılmaya çalışmıştır.
Osmanlı Devleti padiÅŸahı Yıldırım Beyazıt, Kadı Burhanettin’in öldürülmesinden sonra bölgeyi ele geçiren KaramanoÄŸulları’na karşı bir sefer yapmış ve aynı yıl bölgeyi alarak 1398-1402 yılları arasında bölgeye hakim olmuÅŸtur. Bu dönemde Orta Asya, Ä°ran ve Mezopotamya çevresinde güçlü bir uygarlık kurmuÅŸ olan MoÄŸollar, Timur’un komutasında Anadolu’ya girerek Sivas’ı ele geçirmiÅŸler ve Kayseri üzerinden batıya doÄŸru ilerlemeye baÅŸlamışlardır. 1402 yılında yapılan Ankara Savaşı’nda Timur’un orduları Osmanlı ordularını yenmiÅŸ ve bölgede MoÄŸollar tekrar egemen konuma gelmiÅŸlerdir. Ancak ele geçirdikleri toprakların denetimini daha önce buralarda hakim olan Türk beyliklerine devretmiÅŸlerdir. Böylelikle bölge yeniden KaramanoÄŸulları’nın (1402-1436) denetimine girmiÅŸtir. KaramanoÄŸulları’nın tarih sahnesinden silinmesi ise 1483 yılında, Osmanlı PadiÅŸahı Fatih Sultan Mehmet döneminde olmuÅŸtur. Bölgede KaramanoÄŸulları döneminden kalan eserlerde çini ve alçı kullanımı dikkat çekicidir.
Bölgede özellikle MaraÅŸ ve Malatya çevresinde etkin olan baÅŸka bir Türk beyliÄŸi ise DulkadiroÄŸulları’dır (1337-1522). Osmanlı Devleti ile doÄŸudaki Memlukler ve KaramanoÄŸulları arasında sürdürülen egemenlik savaşında DulkadiroÄŸulları bir çeÅŸit tampon bölge konumundadır. Osmanlı PadiÅŸahı II. Murad 1436 yılında KaramanoÄŸulları’nın bölgedeki hakimiyetine son verirken DulkadiroÄŸulları ile iÅŸbirliÄŸi yapmıştır. Bu iÅŸbirliÄŸi sonrası Kayseri ve çevresinin denetimi DulkadiroÄŸulları’na bırakılmıştır. DulkadiroÄŸulları’nın bölgedeki etkinliÄŸi 1436-1515 yılları arasında devam etmiÅŸtir. 1522 yılında Osmanlı Devleti DulkadiroÄŸulları BeyliÄŸini ortadan kaldırarak kendi topraklarına katmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu (1299-1923)
Osmanlı Devleti 1453’de Ä°stanbul’u alarak Bizans Devleti’ne son vermiÅŸ ve giriÅŸilen fetih hareketleriyle çok kısa zamanda büyük geliÅŸme göstererek geniÅŸ bir coÄŸrafyada egemen olmuÅŸtur. Kapadokya bölgesi, Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nun orta kesimlerinde kaldığından savaÅŸlara sahne olmamıştır. Bu dönemde Osmanlı vezirlerinden NevÅŸehir’li Damat Ä°brahim PaÅŸa’nın NevÅŸehir’i geliÅŸtirmek için baÅŸlattığı hamleler, Karavezir Mehmet Seyyid PaÅŸa’nın GülÅŸehir’i geliÅŸtirme çabaları, Merzifonlu Kara Mustafa PaÅŸa’nın Ä°ncesu’yu geliÅŸtirme çabalarına tanık oluyoruz.
Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu I. Dünya Savaşı’ndan yenik devletlerden biri olarak çıkmış ve savaÅŸ sonrası topraklarının çoÄŸunu kaybetmiÅŸtir. Anadolu’nun çeÅŸitli bölgeleri bu dönemde galip devletlerce iÅŸgal edilmiÅŸtir. Ãœlkenin galip devletlerin egemenliÄŸine girmesinin daha iyi olacağını düşünen padiÅŸah ve çevresinin aksine Anadolu halkı, Mustafa Kemal Atatürk önderliÄŸinde birleÅŸmiÅŸ ve iÅŸgalci devletlere karşı KurtuluÅŸ Savaşı baÅŸlatmıştır. KurtuluÅŸ Savaşı 1923 yılında Anadolu halkının zaferi ile sonuçlanmıştır. Anadolu’da bugün sınırları 1923 Lozan AntlaÅŸması ile çizilen Türkiye Cumhuriyeti, barışı yeÅŸertmeye çalışmaktadır.
Not: Bu yazı “Kapadokya YaÅŸam ve Gezi Rehberi - 2010” kitabında yayınlanmıştır. Kitabın telif hakları ile korunmaktadır. Hiçbir ÅŸekilde kopyalanamaz.
www.cappadociaexplorer.com