Yazan: Mustafa Kaya
Mayıs 2009
“Anadolum,
Sırlı yolculuklar ülkesi…
Bohçasını açma çocuk,
Anatanrıça hamama gidecektir,
Gizemli bir cepken
ve
bir tutam at yelesi :
“hükmümdür asırlara
bu adet süresi…”
Bir Kapadokya ÅŸovenisti olarak ‘nahıl adeti’nin koskoca Anadolu’da sadece Ãœrgüp’te kalışından tüm Ãœrgüplüler gibi ben de büyük gurur duyarım. Ama ÅŸairin yukarıdaki ÅŸiirine rastladığımda övünme hakkını Anadolu’ya devretmek gerektiÄŸine inandım. 1995’de Folklor/Edebiyat Dergisi’nde [¹] nahıl adeti ve deÄŸiÅŸim sürecini anlatırken birçok noktaları açıklayamamıştık. Geçen sürede açıklanamayan bu hususların Sibirya’dan Hindistan’a, Kolombiya’dan eski Avrupa halklarına dek pek çok halk kültüründen alaşımlaÅŸmış öğelerle donandığını keÅŸfettik. Anadolu’nun bu gizemli adetlerinin hiçbir unsurunun düzmece olmadığı, ilkel toplumlardan kalma birçok adeti binlerce yıl hazine gibi sakladığını anladım.
‘Nahıl’ sözcüğü esasen ‘naxıl’ olarak ‘k’ ile ‘h’ harfi arası Osmanlıca’daki (ﻕ) sesi ile söylenen bir sözcüktür. Birkaç açıklaması olmakla birlikte ‘Hurma AÄŸacı Dalı’ anlamı daha uygundur. Ä°lkel topluluklardaki Mayıs DireÄŸi, Ahret Dalı, Hayat AÄŸacı gibi üremeye yönelik çok eski simgelerin devamı olarak gözükmektedir.
Tüm Anadolu’da evlilik ve sünnet düğünlerinde kullanıldığını, ancak XIX. yüzyıl baÅŸlarında aÅŸamalı olarak kaybolmaya yüz tuttuÄŸunu görüyoruz. Prof. Metin AND 1989’daki bir yazısında [²] Denizli - Çal ve Kars’ta bu adetin yaÅŸadığını belirtmiÅŸtir.
Ãœrgüp’teki nahıl adetinin, Ä°stanbul’da Osmanlı Dönemi’ndeki ÅŸehzade düğünleri ve zikrettiÄŸimiz ÅŸehirlerdekilerden bir hayli ayrılıkları vardır. Ãœrgüp’e özgü bir durumu tüm eski özelliklerini koruyarak bugüne ulaÅŸtırmıştır. Kısaca anlatalım:
Yaklaşık 2 metre boyundaki grapon kağıtları ile süslenmiş nahılı sahibi, çarşamba akşamı kız evinde kına yakılırken, bir tören alayı ile damadın evine getirir. Yolda, ilk dörtlüğü
“Ä°ÄŸdenin dalına bastım da dal kırılıverdi
İğdeyi düşüren kollar da yoruluverdi
Altıma serilen bir kaba minder
Allahı seversen yarimi gönder”
sözleriyle baÅŸlayan türkü söylenir. Damat evinin avlusunda veya sokaktaki uygun meydanda üzerinde mumlar yanan nahılın verdiÄŸi ışıkta damada saç-sakal tıraşı yapılır. Tören alayı ile kız evinden getirilen tepside piÅŸmiÅŸ tavuk, yoÄŸurt ve kına vardır. Ayrıca bir tepsi de burma baklava gelmiÅŸtir. TıraÅŸtan sonra damadın yanındaki bekar erkeklerin avuçlarına kına yakılır. Tavuk dilim dilim dağıtılır. Sonra baÄŸlama veya klarnet eÅŸliÄŸinde ‘nahıl övme’ baÅŸlar. Zamanında Ä°stanbul’un ünlü ÅŸairi Ãœrgüplü Mahfi Baba’nın (1791-1853) yazdığı ÅŸiir ezgisi ile nahıl övgücüsü tarafından söylenir. BeÅŸ dörtlükten oluÅŸan ÅŸiirin I. ve son dörtlüğü şöyledir:
“Bir acayip nesne gördüm dallarına aferin
Beldemizde adet olan yollarına aferin
Görmedim ömrüm içinde böyle bir dürri dıraz
Elvan elvan ne hoÅŸ olmuÅŸ tellerine aferin
Mahfiyanın hizmeti var üstadına pirine
Kimseler agah olamaz ârı terri sırrına
Adet sakin oldu ise gayri kaldır yerine
Bunu yapan ustaların ellerine aferin”
Baklava da hazır bulunanlara dağıtılır. Aldığı baklava diliminin içerisinden altın veya para çıkan erkek bekarsa, bekarlar o yıl ÅŸanslıdır. Evli birine çıkarsa, bekarlar bu yıl ÅŸanssızdır ve o anda somurtmak düşer. Kına ve yoÄŸurtun olduÄŸu tepside de mumlar yanar. Tepsinin içerisinde küçük bir tastaki yoÄŸurda hiç dokunulmaz. Nahıl övgüsü bittikten sonra mumlar söndürülür ve ‘Güveyi Kurtarma’ baÅŸlar. Nahılcı nahılı tutarak ağırca kaldırır ve nazlı bir eda ile hafif eÄŸerek, daireler çizer. Nahıl tabanındaki tahtaya paralar atılmaya baÅŸlar. Nahılcı parayı az bulursa, nahılı daha fazla eÄŸerek damadın bekar arkadaÅŸlarının kafalarına yakın geçirirken ‘evlilere bir daha bekarlara sabıııır’ diye bağırır. Evliler ‘amin’ derken bekarlar homurdanırlar. Sonra halaylar çekilir. Güveyinin ‘münasipli adamı’ nahılı gerdek odasına götürür. Nahıl burada 3-4 gün kalır. Bundan amaç ‘muhabbeti artırmak’tır. Bu sürede nahıl yanarsa kasabada ‘uÄŸursuzluk’ olarak yorumlanır ve mahallede büyük bir fiskos baÅŸlar. Zenginlerden nahılı özel yaptırıp, gelin odasında sürekli hatıra olarak saklayanlar da olmuÅŸtur. Sünnet nahılı da 1 metre kadar yükseklikte olup delikanlı evlenene kadar saklanır.
Nahıl, gelin odasında birçok, bazen sayısı 200’e yaklaÅŸan duvara asılmış peÅŸkirlerin (Åžile bezine, iki ucu nakışla iÅŸlenmiÅŸ havlu) önüne konur. SaÄŸ ve soluna sapları özenle örülmüş soÄŸan ve sarımsak demetleri de asılır. Tabii birkaç tane de üzerlik (bir tanesinde 70-80 tohum olan bir ottan yapılmış duvar süsü) asılır. 70-90 yıl kadar önce nahılın üzerine de elma, armut, üvez ve muÅŸmula gibi küçük meyvelerin kurusu, büyüklerinse hamurdan küçültülmüş ÅŸekilleri olan meyve simgeleri de asılırdı. Bunların üremeye yönelik simgeler olduÄŸu açıktır.
Ãœrgüp nahıl adeti anavatanı olan Ä°ran ya da sıkı iliÅŸkilere sahip olduÄŸu Ä°stanbul Osmanlı Sarayı ÅŸehzade düğünlerinden gelmiÅŸ gibi yorumlanıyorsa da, nahıldaki ‘evlilere bir daha bekarlara sabır’ mizahi söylemi; yoÄŸurdun dokunulmadan gerdek odasına geri götürülmesi; üzerindeki meyveler, mumlar; tavuk etinin kurban geleneÄŸinden gelme olasılığı; özellikle büzme baklava getirilmesi ve bunun bir burmasından altın çıkması; nahıl tablasına atılan paralar; en üstündeki dört dal gibi nahıl unsurları incelendiÄŸinde tarihsel dönemlerin ulaÅŸamadığı çaÄŸlardan ve ilkel toplumdan kalma öğeler olması açısından çok önemlidir. ÖrneÄŸin nahıldaki mizahî söylemin kökenine J. Frazer’in (1854-1914) Dinin ve Folklorun Kökleri adlı eserinde rastlıyoruz: “…Yukarı Bavaria’da Rosenhaim bölgesinde, bir çiftçi hasadını almada komÅŸularından geç kalırsa komÅŸuları onun toprağına bir Sap-BoÄŸa dikerler. Bu tahtadan bir çerçeve üzerine yerde kalmış ekinden yapılmış ve çiçeklerle, yapraklarla süslenmiÅŸ, dev bir figürdür. Ãœzerine, toprağına Sap-BoÄŸa’nın dikildiÄŸi adamla alay eden gülünç dizelerin yazıldığı bir kağıt tuttururlar…” [³]
J. Frazer, Dionysos’un (ki Kapadokyalıdır), yılın belli bölümünü yeraltında geçirdikleri için Dionysos’a da Osiris’e de Yeraltı Tanrısı; çoÄŸu kez de EÄŸlence ve Åžarap Tanrısı denmesine raÄŸmen esas olarak bitki ruhu ile iliÅŸkili Bitki Tanrısı, AÄŸaç Tanrısı olduÄŸunu belirtmektedir. Bu da nahılın, Dionysos törenlerinin kalıntısı olarak kaldığı tezini de destekler gibidir.
Nahılın bugünkü formu bir hayli yozlaÅŸmışsa da 1956 yılında ünlü folklor derlemecisi ve hakim A. Rıza ÖNDER’in pozu ile çekilmiÅŸ bir nahıl fotoÄŸrafının mevcut olması rahatlıkla, özgün ve yeniden nahıl yapmanın koÅŸullarını kolaylaÅŸtırmaktadır. Ayrıca, Sinesonlu Kamil gibi usta bir sanatçının nahıl övgüsünün ses kaydı mevcut olduÄŸundan yapılacak iÅŸ yerel yönetimlerin nahıl adetini geliÅŸtirmek için bir proje oluÅŸturmasıdır.
Ä°lkel toplumlardan günümüze kadar uzanan bir geleneÄŸin son nahılcısı 85 yaşındaki Ziya UÇARAVCI’dır. Yerine baÅŸka bir kiÅŸi yetiÅŸmediÄŸinden Anadolu’nun bu gizemli adeti diÄŸer nice gelenekler gibi sonsuzluktaki yerini alabilir. Öncelikle önerdiÄŸimiz hususlar tamamlanmalı ve ardından bu önemli geleneÄŸimiz ‘UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne Türkiye’nin üçüncü baÅŸ yapıtı olarak kabul edilmesi önerisi için çalışmalara derhal baÅŸlanmalıdır.
KAYNAKLAR:
[1]: Folklor/Edebiyat. Åžubat 1995, sayı 2, Ãœrgüp’te Nahıl Adeti ve DeÄŸiÅŸim Süreci-Mustafa KAYA , Sayfa; 169-176
[2]: Türkiye İş Bankası Kültür Sanat Dergisi, Düğünlerle İlgili Eski Bir Türk Sanatı NAHIL, Nisan-1989, sayı; 2, sayfa; 19-25.
[3]: Altın Dal, Dinin ve Folklorun Kökleri. James G. Frazer, İlk Basım 1890. Türkçe Basım Payel Yayınları - İstanbul 1992. Çeviri MEHMET H. DOĞAN . İkinci cilt. Sayfa 23.
Not: Bu yazı Peribacası Kapadokya Kültür ve Tanıtım Dergisi’nin Mayıs 2009 sayısında yayınlanmıştır. Derginin telif hakları ile korunmaktadır. Hiçbir ÅŸekilde kopyalanamaz.
www.cappadociaexplorer.com