Avanoslu doktor, yazar, senarist ve oyuncu Ercan Kesal, yeni kitabı “Cin Aynası”nda Avanos’u anlatmaya devam ediyor. İletişim Yayınları’ndan çıkan 292 sayfalık Cin Aynası, Ercan Kesal’in bazıları daha önce okurla buluşmuş yazılarının derlenmesinden oluşuyor. Kitabının “Girizgâh”ında “Galeano'dan ilham alırsam; birlikte kurtulmak için ve yeniden buluşabilmeyi ümit ettiğim için yazıyorum. Kederlerimi, iç sıkıntılarımı ve başkalarında da fark ettiğim acıları anlatmak için yazıyorum. Kendime acı vereni açıklamak, içimde büyüyen sevinci ve coşkuyu da hemen paylaşmak için yazıyorum.” diyen Kesal’in 2013 yılında yayımlanan “Peri Gazozu” isimli kitabı da Avanos’tan izler taşıyordu.
“Cin Aynası”nda, “Peri Gazozu” kitabının izinde, insan halleri üzerine okuruyla sohbet eden yazar, “kendi kendimizle derdimizin” sır katipliğini yapıyor. Kitap şu yazılardan oluşuyor:
Girizgâh
VAR GİT ÖLÜM
Beni Öldürdüler Kardeşim
Ahlâk Utanmayı Bilmektir
Ayazmanın Yılanı
Çocuk Faşizmi Yanağında Tanır!
Çocuklara Kıymayın Efendiler
İyi Süt, Kötü Süt Kalplerimiz Mezar Yeri
KuÅŸak
Dünyanın Sonu
Linç
Ne Düşürür Ateşimizi?
Roboski’nin Katırları, Şahitlerimiz
Sustuğumuz Yerden Kanıyoruz
Tanık
Yalnız Kuşun Yazgısı
Ölümüne Seversen Ölürsün
PROMETHEUSÂ’TAN BUGÃœNE
Genç Ölmek
Dersimiz Faşizm, Günlerden Gezi
Kesmik BuÄŸday
Evet, Ne Çıkar Siz Bizi Anlamasanız da?
Ölüm Ölür, Biz Ölmeyiz
ANALARDIR ADAM EDEN ADAMI
Anne, Kalk Eve Gidelim
Bize Nasip Değil, Ecelnen Ölmek
Biri Konuşunca Aydınlık Oluyor
Camekândaki Çocuklar
Analardır Adam Eden Adamı
Yollara Atılan Taşlar Bahane
IÅžIKLA KARANLIK ARASINDA
Cama Çarpan Kuş
Devrim Ä°nat Etmektir
İvo Andriç, Babam, Emir Kusturica, Natalie Portman, Binoche ve Sinema
Duende
Eski Bir Gazetecinin Evrak-ı Metrukesi
Hayatı Haiku Gibi Yaşayanlar
Köyde Sucuk Salgını
Bir Fotoğrafın Kerameti
İnanç Bir Deli Çay ki Yeşertir Bir Gün Çölü
İnsanın Kaynağı Kendi Ruhudur
Rüyana Sahip Çık, Çalmasınlar
Pasolini ve Hasan Hüseyin Abi
Yaşar Kemal’i Nasıl Bilirdiniz?
Soma Treni
ARTÄ°STLÄ°K YAPMAYAN ARTÄ°STTÄ°R
Çeko, Ciguli ve Cannes
İyi Filmler Dünyayı Değiştirir
Kurmaca ve Gerçek
Neyin Filmi Çekilir ya da Niye Film Çekilir?
Artistlik Yapmayan Artisttir
NOTLAR
Cin Aynası’nın “Girizgâh”ı ise şöyle:
Bazen, intiharın eşiğindeki birini dikkatle dinleyip ona yol gösterirsin, ki bu hekimlik sanatıdır; bazen başka bir hayatın mümkün olduğu rüyasını yaşadığın bir meydanı terk etmezsin, ki bu direnme sanatıdır; bazen de geçip giden bir zaman parçasını kamerayla mühürleyip kaydedersin, ki bu da herhalde sinema sanatıdır.
Hepsi, “yaşama sanatının” parçası, tamamlayanı ve ona dairdir.
Aslolan hayattır!
Sinema, edebiyat ya da tüm yaratıcı sanat dalları, kişinin kendini gerçekleştirmesinden başka bir meseleye hizmet etmez. Her seferinde, cevabını nihayet (!) bulduğumuzu zannettiğimiz varoluşsal sorularımızın bitmek bilmeyen arayışlarıdır hepsi de. Ün, şan, şöhret, para, ölümsüzlük, itibar gibi kavramların en baştan “çöp” olduğunu söylememe gerek yok zannederim.
Kendimizle olan derdimiz önemlidir ama. Filmler ya da kitaplar dünyayı değiştirmiyor çünkü, filmi seyrettikten, kitabı okuduktan sonra duyguları harekete geçerek dönüşen insanlar değiştirebiliyor. Bu yüzden “kendimizi değiştirmeden dünyayı değiştiremeyiz” ve bu yüzden “ne söylediğimiz” kadar önemli olan bir başka husus da “nasıl söylediğimiz”dir.
Hekimlik için olmazsa olmaz kurallardan birincisi hastanın “sır kâtibi” olmaktır. Yazar ya da hekim kimliğimle yaptığım iş, sır kâtibi olarak biriktirdiklerimi, sırra iman ederek ve onların arzuhalcisi olduğumu bilerek, yeniden yazmak olmuştur.
Yazarlık, arzuhalcilik midir o zaman?
Arzuhalciye derdini anlatan köylü, az önce anlattıklarını bir de arzuhalcinin ağzından dinler, bakalım olmuş mu diye.
Lafın ortasında dizlerine vurup ağlamaya başlar köylü: “Vay benim başıma neler gelmiş de görenim, bilenim yok!”
Yaşar Kemal’in mesleğe adımını attığı ilk işin “arzuhalcilik” olduğunu biliyorsunuz. Aslında ölünceye kadar aynı işi yapmış da diyebiliriz. İnce Memed, eşkıya olmaya mecbur edilmiş yetim Memed’in arzuhalidir.
Sinop Cezaevi’ne girdiğinde on dokuz yaşında ilkokul terk bir delikanlı olan Kerim Korcan’ın on yıl boyunca cezaevinde yaptığı işlerden birisi de mahkûmların dilekçelerini yazmak olmuştur. İşte bu yüzden Tatar Ramazan, mazlumun yanında duran, cezaevi idaresine, koğuş ağalarına, uyuşturucuya karşı çıkan, kendi deyimiyle “bu oyunu bozmak” isteyen Arap’ın arzuhalidir.
Niye yazıyorum?
“Kimsenin birbirine acımadığı, birinin ötekine yardım etmeyi aklından dahi geçirmediği soğuk ve umutsuz bir dünyada” yaşıyoruz. Yalnızlıktan korktuğumuz ama sürekli yalnız kalmaya çalıştığımız, yalnızlığımızın yetmediği ve bitmediği bir çağdayız.
Ama, kendimizi ve birbirimizi tanımaya gayret etmekten başka çıkar yolumuz da yok.
Galeano’dan ilham alırsam, “birlikte kurtulmayı ve yeniden buluşabilmeyi ümit ettiğim” için yazıyorum. Kederlerimi, iç sıkıntılarımı ve başkalarında da fark ettiğim acıları anlatmak için yazıyorum. Kendime acı vereni açıklamak, içimde büyüyen sevinci ve coşkuyu da hemen paylaşmak için yazıyorum.
Sokaktan duyduğum cümleleri “cesaret ve kehanetle bezeyip yeniden asıl sahiplerine gönderdiğimde” onlardan gelecek işaretin merakıyla yazıyorum.
Yazdıklarımın kaynağı nedir?
Bütün yazdıklarımın kaynağı deneyimlerimden başkası değildir.
Asıl soru, bunlarla nasıl bir ilişki kurduğum. Eğilip her seferinde baktığım uçurum, içimdeki “derin karanlık”tan başka bir şey değil. Bu yüzden ne yaparsam yapayım, her şey, belleğime yer etmiş karmakarışık bir malzemenin yeniden düzenlenip üretilmiş bir tezahürüdür. Yaşadıklarım, gördüklerim, duyduklarım ve okuduklarımdan bende kalanları “yeniden icat ederek” yazıyorum.
Geçmişe duyduğum özlemle mi yazıyorum? Eskiye, çocukluğuma, ilk gençliğime, kasabama duyduğum bir hasret mi bu? Hiçbir zaman yeniden var olmayacağını ve tekrarlanamayacağını iyi bildiğim bir masumiyet duygusu mu aradığım?